Nişanyan’ın Eşi
Nişanyan kodesten enteresan bir gözlem paylaşmış. Devam edebilmemiz için önce hikâyeyi okumanız gerekiyor.
Üzerinde konuşulabilecek çok teferruat var da, benim dikkatinize taşımak istediğim husus basit: İnsanların kendileri hakkındaki beyanlara güvenemezsiniz. Daha doğrusu, insanların kendileri hakkındaki beyanlar, kiplerine göre değişen manalar taşır. Misalimizdeki delikanlı “ben kitap okumam” dediğinde başka, “ben kitap okumadım” dediğinde başka mesela.
“Ben kitap okumadım” diyen biri, eğer hafızası onu yanıltmıyorsa, eğer —bilmediğimiz bir sebeple— yalan söylemiyorsa, eğer okulda filan kendisine zorla okutulan kitapları kitap okumak saymıyorsa mesela, kendisi hakkında güvenilir bir beyanda bulunmuş olabilir. “Okumadım” kipi, genellikle herhangi bir değer yargısı taşımaz, olgular hakkında bilgi verir.
Lakin “okumam” kipi genellikle bir değer yargısı ihtiva eder. Tutumlar genellikle değer yargısı ihtiva eder ve dolayısıyla güvenilirlikleri düşüktür. Çünkü değer yargıları zamanla değişir. Kodeste tesadüfen Nişanyan’ın yanına düşen Kürt delikanlı tekil bir misal olmadığı gibi, istisnai bir misal de değil. Hepimiz için ve bütün hayatımız boyunca geçerli olan bir halden söz ediyoruz.
(Seher’i, daha genelde Demirtaş’ın yazdıklarını okumadım. Misalimizde Kürt delikanlı için Nişanyan’ın eşinin seçtiği kitabın Seher olmasının, yazarının Demirtaş olmasının tesirini bilemeyiz, bilemeyeceğiz. Kürt delikanlıya kitap hediye eden kişinin bir kadın olması, bir Yunan olması, bir Yunan kadın olması ne kadar müessirdir, onları da bilemeyiz. Ama Nişanyan’ın eşinin bu kitabı seçerken hangi kıstaslara müracaat ettiğini tahmin edebiliriz ve bu da hakkında saatlerce konuşulabilecek bir mevzu.)
Bir delikanlı neden “okumam” der? Okumak, onun içinde yetiştiği çevrede bir tür züppelik olarak telakki ediliyor olabilir. “Sert” olunması gereken ve sert olmanın kutsandığı bir çevrede yumuşak bir tavır olarak görülüyor olabilir. Hayatını kazanmanın ancak bütün mesaini yatırarak mümkün olduğu bir çevrede zaman israfı olarak görülüyor olabilir. Her halükarda, Kürt delikanlı kitaplardan ve kitap okuyanların mevcudiyetinden haberdardır. Olmasa “okumam” demez, diyemez. “Okumam” demekle kendisini, sosyal topografyada bir koordinata yerleştiriyor. Yani mesele sadece değer yargısı (züppelik, yumuşaklık, zaman israfı) meselesinden ibaret değil, aynı zamanda sosyal bir koordinat tercihi. Çünkü bütün değer yargıları öyle.
İmdi…
Sözünü ettiğimiz iki kipin temsil ettiği düzlemlerin dışında —altında— bir başka düzlem daha var: Yapabilirlik, yani “okuyabilirlik” düzlemi. Eğer delikanlı okuma yazma bilmese, kendisine okuma yazma öğretilmemiş olsa, kodeste kendisine bir kitap hediye edildiğinde, okumayı istese bile okuyamaz.
Üç düzlemi birleştirelim.
Kamuoyu araştırmalarında “ben filanca partiye hiç oy vermedim” demekle, “asla oy vermem” demek aynı güvenilirlik seviyelerine sahip değil. Gördüğünüz ve belirli davranış kalıplarına sahip olan insanlar, o kalıpları muhtelif sebeplerle tercih etmiştirler ve o sebepler kalıpların kendisinden çok, sosyal bağlamlarından kaynaklanıyordur. Sosyal bağlamları altüst edecek herhangi bir hikâye, misalimizde kitap okumanın bir züppelik olmaktan çıkarılmasını sağlayacak bir hikâye mesela, demek ki, delikanlının tutumunun değişmesini sağlayabilir —ta ki okuma yazma biliyor olsun.
Siyaset, o hikâyeyi imal etme işidir. “Ama okumuyorlar ki” demek, “bak işte araştırdık ve sen de gördün, okumuyorlar, okumuyor olmaktan da gurur duyuyorlar” demek herhangi bir mana taşımaz. Başka insanların tutumları hakkında, hatta onların kendi beyanlarına yaslanarak üretilen kanaatlerin herhangi biri, herhangi bir şey için mazeret olamaz. Her bir insan teki —okuma bilmek gibi temel altyapıların belirlediği sınırlar içinde— sayısız olabilirliğe sahiptir. Siyaset, o olabilirliklerin arasından, hem o insan teki ve hem de toplumun sağlığı için olumlu olan birini hayata geçirmek için hikâye üretme işidir. Var olan üzerinden yapılmaz, var olması istenen üzerinden yapılır.
Nişanyan’ın eşi gibi biri çıkıp da eşine, hücreye kitap götürürken “yahu orada bir başkası da var” diye düşündüğünde… Her şey başka olabilir. “Memlekete kaçak göçmen taşıyan kaba Kürt ne anlar ki okumaktan” dediğinizde… Kehanet kendisini doğrular. Doğrulanmış olursunuz. Ne mutlu size…
Herkesin kendisine sorması gereken soru basit: Siz Nişanyan’ın eşi olsaydınız ve eşinize kitap götürüyor olsaydınız, hücre arkadaşı Kürt’ü düşünür müydünüz? Nasıl düşünürdünüz? Eşinize kitap götürürken ona kek götürmek daha makul bir tercih gibi görünür müydü size? Onu eşiniz ile aynı düzlemde görüp kitap götürmeye kalksanız hangi kitabı seçeceğiniz konusunda ne kadar mesai harcardınız?
Mesele Kürt delikanlının tutumundan kaynaklanmıyor, İraların varlığından/yokluğundan kaynaklanıyor.