Okulun Gözü Kör Olsun

Melis Alphan kendi sosyal cehaletini –doğru anladıysam, elbette bir zamanlarki cehaletini kastediyor, yoksa şimdi âlim sayılır– okuduğu seçkin okula bağlamış (http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/melis-alphan_350/kimsenin-kimseye-cahil-demeye-hakki-yok_40011634). Siz siz olun, çocuklarınızı öyle okullara yollamayın, onlar Alphan’ın başarısını tekrarlayamayabilir ve hep cahil kalabilirler gibi anladım ben. Veya, şu okullara bir el atıverelim de kimse çocuklarını öyle Amerikan Kız Lisesi gibi okullara yollayamasın, filan.

Öte yandan Bekir Ağırdır, otoriterlik eğilimlerinin yüksek öğretimlilerde daha fazla olduğunu söylemiş mesela (http://t24.com.tr/haber/otoriterlik-egilimi-yuksek-egitimlilerde-daha-fazla-ulkeden-gitmek-isteyenlerin-orani-yuzde-25,315805). Sadece o kadar değil, yüksek öğretimlilerde eşlerini dövme oranının daha yüksek olduğunu da biliyoruz.

***

Anlatmış mıydım hatırlamıyorum, birkaç yıl önce, Milli Eğitim Bakanlığı için bazı AB projelerinde görev alan biri İngiliz diğeri İskoç iki uzmanla bir toplantıya katıldım. Havaalanından toplantının yapılacağı mekâna aynı araçla gittik. İngilizlerle İngilizce konuşmamak konusunda sarsılmaz bir kararlılığım vardı. Ama ısrarla üstüme geldiler. Türkiye’nin birçok büyük işletmesinde gözlemler yaptıklarını, işverenlerin ve yöneticilerin Bakanlığı suçladığını, ara eleman yetiştirilmesini istediklerini filan söylediklerinde, dayanamadım. “Bu memlekette,” dedim, “eğitime sövmek milli spordur. Parkı temizleyemeyen Belediye Başkanı ‘her şeyin başı eğitim’ der, trafiği düzene koyamayan polis de…” Anlamaz anlamaz baktılar. “Size ara eleman kıtlığından söz edenler, aslında, muhtemelen ara eleman olarak istihdam edilmişlerdir de, şimdi araya birileri girse de kendileri yükselsin diye bakınıyorlardır. Onların istediği kıvamda eleman yetişse, onlar da size ara eleman kıtlığından söz ederler. Problemler başka yerlerde ama herkesin gönül rahatlığıyla sövebileceği bir eğitim olduğu sürece, işlerimiz yolunda. Bakanlığın kendisi bile memnun halinden, suçlandıkça her şeyin altına girmeye kalkıyor.”

Alphan her nasıl biriyse öyle olmasını mezun olduğu okulla açıklarken herhangi bir ampirik delile sahip değil. Olsa olsa, bütün sınıf arkadaşlarının kendisi gibi olduğunu delil gösterebilir ama o da delil sayılmaz. Çünkü 28 Şubat döneminde mesela, İmam Hatiplere savaş açılmışken, İmam Hatipler RP’nin arka bahçesi olarak tarif edilmişken, yaptığımız araştırmalar hiç öyle söylemiyordu. İmam Hatip mezunları genellikle MHP’ye oy veriyordu. Ama hemen hepsi, RP’ye oy veren ailelerden geliyorlardı. Yaş aldıklarında da RP’ye oy verme ihtimalleri yüksekti elbette. İmam Hatipe gitmeseler de öyle olacaktı. Alphan başka okulda okusa da benzer biri olacaktı yani. Okullar insanın üzerinde, zannedildiği kadar derin ve kalıcı bir damga bırakmıyorlar.

Ama “hiçbir etkileri yok” da diyemeyiz.

Okul, Illich’in işaret ettiği gibi, insanı okullandırıyor. Bunu da müfredatıyla, inşa ettiği sosyal çevreyle, öğretmenlerin sosyal kimlikleriyle filan yapmıyor. Formuyla yapıyor. Toffler’ın harika bir biçimde özetlediği gibi, zil sesiyle girilip zil sesiyle çıkılan dersler size, senkron bir toplumun iyi bir şey, hatta kaçınılmaz bir şey olduğunu öğretiyor mesela. Bir tek dersin müfredatında olmadığı, bir tek öğretmeninizden duymadığınız halde, sürü halinde davranmayı okulda öğreniyoruz. (Sürü halinde davranmaya sürü halinde sövmeyi de…) Veya mesela matematiği üst üste dizilen küçük bloklar halinde, her biri diğerine yaslanan müfredat blokları halinde öğrendiniz ya, neticelerin ancak öyle alınabileceğini da bu yüzden düşünüyorsunuz. Yoksa kendi hayatınızda manalı olan hiçbir şey öyle adım adım filan gerçekleşmedi yani.

Filan.

***

Ve yüksek öğretimliler otoriterliğe –kavramsal olarak– daha yatkınlar.

Okulda kimseye “otoriterlik daha iyi” denmediği halde… Okulda herkese “otoriterlik çok kötü, ama bildiğiniz gibi değil” denip dursa da değişmeyecek bu hal. Çünkü:

  1. Okulun kendisi otorite esasına göre örgütlenmiş. Ders verdiğim uzun yıllar boyunca hep dersliğin eşitsiz mimarisinden huzursuz oldum. Başka sebeplerle ayrıldımsa da işimden, gözümün arkada kalmamış olması, işin tabiatındaki eşitsizliği gideremeyecek olduğumu idrak etmiş olmamdan…
  2. Okul otoriteyi, mesela kürsüyü zeminden bir karış da olsa yükselterek, sembolik enstrümanlarla da gözümüze sokuyor ama otoritenin asıl kaynağı, bilgi. Bilinmesi gerekenler var ve onları bilenler… Bildikleri için siz bilmeyenlerin üzerinde otorite sahibiler. E diploma aldığınıza göre öğrendiniz siz de. Demek ki otorite sergilemeye hak kazandınız.

Bir dakika… Yanınızdaki, yamacınızdaki birçok kişi de diploma sahibi. Demek ki onlar da otorite sahibi olma hakkına sahip. Ama hani şu çobanlar var ya, onların hiçbir hakkı yok. Onlar bilmiyorlar. Öğrenmemişler. İşte onları otorite altında tutmak lazım. Okumuşun otoriterlik eğilimi böyle bir şey. “Adamın biri gelsin, bizi zapturapt altına alsın” değil yani, “adamın biri gelsin, yanına bizi alsın, şu cahilleri zapturapt altına alalım” gibi…

Bitirmeden…

Peki neden yüksek öğretimliler eşlerini daha çok dövüyor? Adam yüksek öğretimliyse ve eşi değilse, otoritenin nasıl dağılacağı zaten az çok belli. İki taraf da farkında durumun. Pek çatlak çıkmıyor ilişkide. Ama her iki taraf da aynı eğitim seviyesine sahipse? İşte o vakit otoritenin paylaşımında mesele çıkıyor. Diploma mütareke için gereken şartları sağlamayınca, yedek mühimmatın devreye girmesi gerekiyor. Kadın kendi silahlarını kullanıyor, erkek de kendininkileri.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin