Olduğu Gibi
Ali Saydam Cumartesi günkü yazısında, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmayabileceğine dikkat çekmiş. Mesela Ahmet Şık’ın kitabının başına gelenler… Hiç akla gelmeyecek öznelerin işi olabilir mi? Biz falanca şahsın tezgâhladığını zannederken, aslında onu zor durumda bırakmak için tezgâhlanıyor olabilir mi? Neden olmasın? Yakın tarihte bir yığın misali var.
Saydam da Demirkırat belgeselini hatırlatıyor mesela. Demokrat Partinin akıbeti ve 60 darbesi hakkında sonradan öğrenilenleri kastediyor besbelli. Bu iyi bir misal midir, şüpheliyim. Ama prensip olarak, Saydam’a katılıyorum. Bilenler bilir, hanidir, yaşadıklarımızı ancak on yıl sonra, o da kısmen anlayabileceğimizi söyleyip duruyorum.
Saydam haklıysa, yarın öğrenebileceğimiz bir yığın şeyi bugün bilmediğimizi kabul etmemiz lazım. Hal buysa, demek ki yarın şimdikinden çok başka değerlendirmeler yapma ihtimalimiz var. Öyleyse tedbirli olmak gerekiyor. Sakin olmak gerekiyor. Yani Saydam bize sükûnet telkin etmiş oluyor ki, bence bugünlerde en çok ihtiyacımız olan telkin de bu.
***
Lakin…
Sanki 50’lerde veya 60’larda birçok şeyi yanlış biliyormuşuz da, Demirkırat belgeseli sayesinde her şeyin doğrusunu öğrenmişiz gibi bir mana da çıkmasın. Elbette öyle bir şey mümkün değil.
Saydam Hz. Muhammed’in Allah’tan, şeyleri kendisine olduğu gibi göstermesini istediğini söylemiş. Peygamber o, Allah’tan böyle bir şey isteyebilir. Ama elde edebilmiş mi, duası kabul edilmiş mi, bilemeyiz. Dolayısıyla onun bile şeyleri olduğu gibi görüp görmediği meçhul.
Teologların önemli bir bölümüne göre cennet, hakikatin bilgisine vakıf olmaktan ibaret. Şeyleri olduğu gibi görebilmek için de, aralarındaki bütün bağlantıları ve hem şeylerin hem de bağlantılarının zaman içindeki değişimlerini görebilmek gerekiyor. Yani hakikati bilmek lazım. Anlaşılıyor ki, ancak cennette…
Cennette yaşamıyoruz. Hepimiz dünyalıyız. Demirkırat belgeselini yapanlar da öyle. Onlar da şeyleri olduğu gibi görmüş filan değiller. Öyle görmüşler, başkaları başka türlü görüyor. Ortaya bir kompozisyon çıkıyor. Olduğu gibi göremesek de, birbirimizin bakışıyla her birimiz zenginleşiyoruz. Bu yüzden lazımız birbirimize.
Şeyleri olduğu gibi gördüğünü zanneden bir yığın zibidi yaşıyor bu memlekette. Kendileri gibi görmeyen herkes ya aptal, ya cahil veya hain. Hâlbuki hiçbir şeyi olduğu gibi gördükleri filan yok. Üstelik bu, onların kifayetsizliğinden kaynaklanmıyor. Yeterince çaba harcar, titizlenirlerse aşabilecekleri bir hal de değil. İnsan olmanın tabii neticesi bu.
Kaldı ki, şeyleri olduğu gibi görebilseydik, yaşamak pek zevkli bir şey de olmayabilirdi.
***
Asıl mühim yanını da atlamayayım meselenin. 50’lerde, 60’larda ahali arka planda neler döndüğü hakkında bir yığın şeyi bilmiyordu. Buna rağmen, herkes eksik bilgiyle pozisyon aldı. Tarihin akışını, aslında nelerin olmuş olduğu değil, o pozisyon alışlar tayin etti. Hep öyle olur. Algı gerçektir. Herkes kendi algısına göre yapar tercihlerini. Sosyoloji, siyaset, ve daha ne varsa hepsi, o tercihlere göre biçimlenir. Şimdi de öyle olacak. Tercihlerimizi yaparken Ahmet Şık’ın kitabının veya Ergenekon’un akıbetini bekleyecek halimiz yok. Gördüğümüze göre karar vereceğiz hepimiz.
Bu yüzden sahneleniyor oyunlar. Gösteri yapılıyor, bize bir şeyler gösteriliyor. Siyaset, işin aslının nasıl olduğunu anlatmak değil. İçinde bizim de rol aldığımız, içimize sinecek oyunlar sergilemek marifet.
Cemalettin N. TAŞCI