Önce Su
Erol Göka, Eskişehir Valiliğinin Eski-Yeni adlı dergisine bir röportaj vermiş. Türklerin, İslam’la şereflenmelerinden sonra bir Türk-İslam şehri sentezi ürettiklerinin anlaşıldığını söylüyor. Ancak günümüzde, Erol’a göre, Türk-İslam şehrinin yerinde yeller esiyor. Çünkü, Türkler modernlikle karşılaştıklarında, geliştirmiş oldukları sentezi yeni şartlara göre revize etmeyi beceremediler.
Erol’a sonuna kadar katılıyorum. Dahası, diğer alanlardaki başarısızlığımızın, sadece şehirlerimizi yeni şartlara göre yeniden yapamamış olmamızla açıklanabileceğini düşünüyorum.
***
Yılmaz Büyükerşen, geçtiğimiz Salı akşamı Bab-ı Ali Toplantılarının onur konuğuydu. Anladığım kadarıyla, Bab-ı Ali Toplantılarının bundan böyle başka Belediye Başkanlarını da misafir etme niyeti var, çünkü Büyükerşen takdim edilirken “Bab-ı Ali Toplantılarının doksan beşincisi, Başkanlar Kulübü toplantılarının ilki” ifadesi kullanıldı. Belediye Başkanlarının kendi şehirlerine ve şehirlileşmeye bakışlarının bu tür toplantılarda tartışılmasında, bence, muazzam fayda var. Bu toplantılara Büyükerşen’le başlanması da isabetli oldu diye düşünüyorum.
Türkiye’nin iktisadi, sosyal, siyasal bir yığın problemi var. Bu problemlerin her biri kendine has çözüm yaklaşımlarının geliştirilmesini herhalde gerektiriyordur. Ama, bana kalırsa, hepimizi ırgalayan problemlerin hemen hiçbiri, iki zaruret karşılanmadıkça çözülemez. Hatta hafifletilemez bile. Nüfusun eğitim seviyesinin yükselmesi ve şehirlileşmesi gerekiyor.
Nüfusun eğitim seviyesi yükselmeden ve şehirlileşmeden harcanacak her çaba bana, evinde kaynatacak suyu olmayan insanların çaya mı, kahveye mi, yoksa başka türlü otlara mı ihtiyacı olduğunu tartışmak gibi geliyor. Çayın, kahvenin, ıhlamurun filan hazırlanması için başka başka süreçler gerekiyor olabilir. Her biri farklı araç gereç, beceri gerektiriyor da olabilir. Ama hepsi, her şeyden önce, kaynatılabilir suyun varlığını gerektiriyor.
Yılmaz Büyükerşen, konuşmasına başlarken kendisinin de dile getirdiği gibi, bu iki zarureti genç yaşta idrak etmiş ve her iki konuda da meşakkatli bir yolu göze almış olan biri. Hem eğitim alanında, hem de şehirleşme alanında, yeni şartlara göre yeni anlayışların arayışına adanmış bir hayatı var.
Yakından seyrettiğim Açıköğretim macerasında da, Eskişehir deneyinde de, sıradan insanlar, Hoca’nın çabasını anlamamış bile olsalar kıymetini takdir etmekte hiç kusur etmediler. Açıköğretim, daha genelde taşrada serpilen ilk ciddi üniversite deneyi olarak Anadolu Üniversitesi, okumak isteyen gençlerden de, onların ailelerinden de destek gördü. Eskişehir, şehri ziyaret edenlerin birbirlerine imrenerek anlattıkları bir şehir oldu.
Ancak, neticede Açıköğretim’den nemalanacak olan Profesörler de dâhil, okumuş çocukların kahir ekseriyeti, Hoca’nın yapıp ettiği her şeye dudak büküp durdular. Anadolu Üniversitesi de, Açıköğretim de, Eskişehir de, mühim insanlar için, bir türlü yeterince makbul şeyler olamadılar.
Bab-ı Ali Toplantılarını düzenleyenlerin hepsi okumuş çocuklar, mühim insanlar. Dolayısıyla, Başkanlar Kulübü toplantılarına ihtiyaç hissetmiş olmaları, sonra da Başkanlar Kulübü toplantılarını Büyükerşen’le başlatmaları, benim açımdan ümit verici bir gözlem oldu.
Cemalettin N. TAŞCI