Önüne Yatma Yaygarası

Bu rüzgâr Kılıçdaroğlu’nu götürür.

Götüremezse?

CHP’yi götürür.

***

Meseleyi AKP’li şarlatanların servis ettiği gibi görmüyorum. “Önüne yatmak” deyiminin ne manaya geldiğini elbette biliyorum. Dahası, kendisi hakkında bu deyimin sarfedildiği şahsın —ve cansiperane bir tarzda onun önüne yatanların— deyimin vatandaşa servis ettikleri çağrışımlarını da ziyadesiyle hak ettiklerini düşünüyorum.

Ama… Mesele haklılık meselesi değil. Hiç olmadı. Ve ne yazık ki Kılıçdaroğlu, CHP, Aydınlanmacılar, meselenin haklılık meselesi olmadığını hiç anlamadılar.

Mesele haklılık meselesi değil. Sadece bu mevzudan söz etmiyorum. Hatta sadece siyasetten söz etmiyorum. Hayattan söz ediyorum.

Her an, etrafınızda olup biten herhangi bir şeye baktığınızda görebileceğiniz gibi, normal şartlarda herkes, hep haklıdır. Apaynı meselede, birbirine taban tabana zıt pozisyonlar alan insanların tamamı haklıdır. Çünkü aynı olaya bakıyor olsalar da, farklı pencerelerden bakarlar. Kadın kocasını öldürür mesela. “Şiddet görüyordum, çaresiz kaldım” der, haklı olur. Adam öbür dünyadan müdafaa gönderebilse, “yaptığımın karşılığı hayatını kaybetmek midir” diyebilirdi ve haklı olurdu. Bir Türk, “iyi ama devletin zorla orada görevlendirdiği bir memurdu, şimdi iki çocuğu yetim kaldı, reva mıdır” der, haklı olur. Bir Kürt, “iyi ama yıllardır bize çektirilen reva mıdır” der, haklı olur.

Herkesin başka terazisi var.

Benim de…

Benim terazime göre Kılıçdaroğlu’na yönelik kampanya bir linç girişimi. Ettiği laf, maruz kaldığı taarruzu hak etmiyor.

Ama mesele burada bitmiyor, burada başlıyor.

***

Bir.

Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’sinin, maruz kaldıkları taarruzu anlamlandıramadıkları görülüyor —yani ben öyle görüyorum. İşin hakçası, ben de anlamlandıramıyorum ve bir sonraki başlıkta ona değineceğim. Ama anlamlandıramadıkları her halde olduğu gibi, meseleyi haklılık zeminine çekmeye çalışıyorlar —yani bana öyle geliyor.

Tekraren özetleyeyim: Haklı olmaları hiçbir mana taşımıyor. Maç Kadıköy’de oynanıyor ve CHP Zeytinburnu sahasında hakemleri, seyircileri filan beklerken ısınma hareketleri yapıyor yani.

***

İki.

Kılıçdaroğlu’nun lafı, neresinden bakarsanız bakın, bu şiddette bir reaksiyonu gerektirmiyor. O halde neden böyle cümbür cemaat, böyle zangırdayarak, böyle kâbus gibi çöküldü Kılıçdaroğlu’nun üzerine?

Benim bildiğim kadarıyla bu tür bir taarruzun birkaç sebebi olabilir.

Mesela, mevzu çok hassastır. Yani Ensar Vakfı… Yani çocuk istismarı… Bu cepheden üzerlerine gelinirse, sadece birkaç kurban vermekle kalmayacaklarını, ağır bir hasar göreceklerini düşünüyor olabilirler. Hasar denince akıllarına gelen yegâne şey oy olduğuna göre, kendilerine oy veren kitlede bir çatlamadan endişe ediyor olabilirler. Mümkün mü böyle bir şey? Bana pek mümkün görünmüyor. Yani bu olay oy kaybetmelerine yol açmaz diye düşünüyorum ama kendileri kaybedeceklerini düşünüyor olabilirler.

Veya Ensar Vakfı —oydan da daha mühim olmasa bile— oy kadar mühim bir şey olabilir. Olabilir mi? Bu da bana pek mümkün gibi görünmüyor.

Veya Kılıçdaroğlu çok hassas bir yanlarıdır. Hani biri vardır, ondan çok korkarsınız ama bir türlü hata yapmıyor olduğu için köşeye sıkıştıramıyorsunuzdur. Kanırtabileceğiniz ilk fırsatta bütün cephanenizi boca eder, imha etmeye çalışırsınız. Kılıçdaroğlu böyle biri mi? Herhalde eşi bile inanmaz böyle bir açıklamaya — Kılıçdaroğlu’nun kendisi inanır mı, ondan bile şüpheliyim.

Veya… Aslında bu yaygaraya katılanlar da —kendi tenhalarında kaldıklarında— orantısız bir reaksiyon gösterdiklerini itiraf ediyorlardır ama kimse planlamadan, kimse öyle olmasını istemeden, öyle oluvermiştir. Sonra şehvet şehveti tetiklemiş, “ben geride kalmayayım” duygusuyla her yönden ateş başlamıştır. Olabilir mi? Bence bu olabilir. Eğer böyleyse, cephaneler tükenip etraf sessizleşince “ulan ne yaptık biz” diye kara kara düşünmeye başlayacaklarını zannediyorum. Çünkü…

En başta dediğim gibi, bence bu rüzgâr Kılıçdaroğlu’nu götürür. Yerine gelen kim olsa, AKP açısından bakıldığında, Kılıçdaroğlu’ndan daha kötü olur.

Veya…

Bir başka ihtimal daha var. Orduda bozgun duygusu yayılmaya başlamıştır. Kimse kendisini emniyette hissetmiyordur. Sürekli “bir şeyler olacak” diye hissediliyordur. Dolayısıyla bir yerde cigara yakmak için çakılan bir çakmağın yalazı bile bir şeyler yerine geçiyor olabilir. Bence bu ihtimali de yabana atmamak lazım.

***

Üç.

Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçtiğinde, kendisini Erdoğan’ın ayna simetriği gibi konumlandırmaya çalışıldı. “Türkiye’de halk lidere oy veriyor” gibi bir klişeyle meşrulaştırılan bu strateji, Kılıçdaroğlu’ndan bir lider yaratma olarak özetlenebilir.

Ama bu strateji tamamen zırvaydı.

Bir defa Türkiye’de ahali lidere filan oy vermiyor. Önüne, aralarından seçim yapması için sadece liderler konduğunda liderler yarışıyor ve halk da liderler arasında seçim yapınca lidere oy vermiş oluyor —zaten tanımı icabı, başka türlüsü mümkün değil. Sadece lidere oy veren bir nüfus vardır, itirazım yok. Ama 2002’de AKP ilk girdiği seçimde ortalığı süpürürken, Erdoğan siyasi yasaklıydı ve yasaklarının kalkacağına dair —AKP’ye oy verenlerde bile— bir beklenti yoktu. AKP’nin de lideri yoktu, Gül, Arınç ve Şener’den müteşekkil bir üçlü vardı. Siyaset tarihindeki sayısız diğer misalleri saymıyorum bile…

İkincisi, CHP’ye oy verebilir olanlar için lider öncelikli bir unsur değil. Hatta zaaf.

Üçüncüsü, Kılıçdaroğlu’na en gösterişli lider üniformasını giydirseniz de lider filan gibi görünmez. Lidermiş taklidi yapan lider-olmayan-adam, tamamen fiyasko olur.

Öyle oldu.

Kılıçdaroğlu, lider olamayacak olduğu halde lider taklidi yaparak, siyaset tarihinin belki de muhalefet için en elverişli döneminde CHP’yi frenlerken, tabii olarak suçu, kabahati hep başka yerlere tevzi etti. Ama bu hal, Kılıçdaroğlu’nun giderek zemin kaybetmesine mani olmadı. Her vakit olduğu gibi bu süreçte de, deliği yamamak için harcanan malzeme, başka yerlerdeki delikleri büyüttü. Nihayet son kurultayda, bir tehdit bile olamayacak gibi görünen rakiplerin adaylıklarına mani olmak zarureti hâsıl oldu. Bir güç gösterisiydi ama güçsüzlüğün nereye vardığını gösteriyordu aslında.

Neticede…

Manasız bir sebeple başlayan bu yaygara karşısında, Kılıçdaroğlu’nun —kurultayda zor kullanarak saklamaya muvaffak olduğu— kimsesizliği de görünür oldu.

CHP eğer bir hayatiyete hâlâ sahipse, bu rüzgâr Kılıçdaroğlu’nu götürür. Rüzgâr çok güçlü olduğundan değil, Kılıçdaroğlu çok zayıf olduğundan…

Eğer Kılıçdaroğlu bu rüzgârdan sağ(mış gibi) çıkabilirse, demek ki CHP ölmüştür.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin