Osmanlıspor ve HDP
16 Nisan gecesi sandıklardan ne çıkacak, tahmin edemiyorum. Bugünlerde yapılıp edilenlerin ve buradan sonra yapılıp edilecek olanların neticeyi ciddi bir biçimde değiştirebileceğini zannetmiyorum. Yani, 16 Nisan gecesi —eğer o geceyi idrak edebilirsek— ne ile karşılaşacağımız bugün az çok belli. Ama bilmiyoruz.
Bu tür malumat eksikliği yaşadığımda hep yaptığım gibi, benden daha güvenilir malumatı olabilecek olanların tutumlarına bakıp eksikliği azaltmaya çalışıyorum. Yani AKP’lilerin yapıp ettiklerine bakıyorum, çok sakin görünüyorlar. Güvendikleri bir şey olmalı. Saha öyle görünmese de…
Bekleyeceğiz bakalım.
***
Havada 7 Haziran öncesini andıran bir koku var. 7 Haziran öncesine kıyasla daha elle tutulur yoğunlukta bir korku, daha az mizah, daha az heyecan ama yine de 1 Kasım öncesinden çok 7 Haziran öncesini andıran bir şey… Tamamen siyaset dışı sebeplerle, mesela bahardan olabilir mi? Bilemedim.
Başka bir açıdan da bakılabilir. 7 Haziran öncesinde HDP vardı, şimdi yok. HDP’nin yerini tutan bir başka unsur da yok. Hayır’ın kendisi de bir yere kadar…
HDP’ye ne oldu sahi?
7 Haziran’da sandıklar sayılmadan demiştim, “barajı geçse de, geçmese de işi zor, çapraz ateş altında kalacak” diye. Kaldı. Baş edemedi. Olur a. Hayat böyle bir şey zaten —futbol gibi. Geçen sezonki futbol anlayışını ciddi ölçüde değiştirip, UEFA Avrupa Liginde bile netice alacak işler yaparsın Osmanlıspor gibi mesela. İçinde yer aldığın ekosistemi değiştirecek bir performans sergilersin. Sen o performansı sergilediğin için şartlar değişir ve… Değişen, senin değiştirdiğin şartlarla baş edemezsen, aradan üç ay geçmeden küme düşme ihtimali belirir.
Olur böyle şeyler. Eğer Osmanlıspor taraftarı veya ondan nefret eden birileri değilseniz, meseleye serinkanlı yaklaşabiliyorsanız, Osmanlıspor’un kendi değiştirdiği şartlara uyum göstermek için yapması gereken birkaç küçük hamleyi yapamadığını görebilirsiniz. Geçen yıl Avrupa kupalarına katılmasını sağlayan oyun anlayışı çok daha mahalli, çok daha mütevazı, çok daha iddiasız bir şeydi. Kıyısından Avrupa şansını yakaladıktan sonra, daha fazlası için sağlıklı bir yapılanmaya gitti. Kadrosunu değiştirdi ve yeni kadrosuna uygun olarak oyun anlayışını da… Doğru işi yaptı yani.
Karşılığını aldı mı? Aldı. Ama şimdiye kadar hiç alışık olmadıkları bir yükün altında kulüp, teknik heyet, kadro, yoruldular ve esnediler. Yine de tehdit edici bir hal yoktu. Yerelde daha az başarılı oldular ama uluslararası alanda, kendilerinden çok daha donanımlı olanlardan, kendilerine kıyasla daha çok şey beklenebilecek olanlardan çok daha ileri gittiler. Bu süreçte, herhangi bir kulüp için belki de her şeyden daha kıymetli olan bir şeyi, tecrübeyi biriktirdiler. Filan.
Sonra?
Yerelde geçen yıldan daha geride kalmaları yüzünden, geçen yılki anlayışlarına dönmeye çalıştılar. Hâlbuki artık ne kadroları o kadroydu, ne rakipleri kendilerine geçen yıl baktıkları gibi bakıyorlardı ve ne de o oyun kendilerine yakışacak oyundu. Bu geri dönüş, Osmanlıspor için ciddi bir risk yarattı. Süreci buraya getiren Mustafa Reşit Akçay, doğru ve haklı bir kararla görevi bıraktı. Taze kan lazımdı. Ama Hamzaoğlu bence yapılabilecek en yanlış tercihti. Buradan sonra her şey daha da hızla kötüye giderse şaşırtıcı olmaz. Kötüye gidiş duraklarsa da şaşırtıcı olmaz, çünkü kadronun potansiyeli, zaten, Osmanlıspor’un ligdeki mevcut pozisyonundan çok daha fazlasını hak ediyor.
Ben Gökçek’i sevmem —“sevmem” lafı çok kifayetsiz kaldı ama kâfi olanı bulmak da kolay iş değil, idare edin. Kulübün adını değiştirip Osmanlıspor yapması, benim açımdan tiksinti verici bir şey. Yani Osmanlıspor’un başarısızlığı, Gökçek’in ve Osmanlı’yı manalı manasız kullananların cezalandırılacakları manasına geldiği için, bence, sevinçle bile karşılanabilir. Ama öte yandan, Gökçek ve Osmanlıspor hasımlığını bir yana koyup bir futbolsever olarak yaklaşacak olursam meseleye, Osmanlıspor’da şu iki yılda biriken kıymetin heba olmasına da üzülmem gerekir.
Osmanlıspor’un geçen sezonun ikinci yarısı ile bu sezonun ilk yarısında, yani kabaca bir yıl içinde yaşadığını HDP birkaç ay içinde tecrübe etti. Temsil ettikleri kitleler açısından mahalli, iddiasız bir parti iken, Türkiye’de siyaset iklimini değiştirecek bir imkânı zorladılar. Doğru işi yaptılar. Doğru işi doğru yaptılar ve başardılar. Oyun değişti.
Sonra da değişen oyuna uyum sağlayamadılar.
HDP’li değilim. Zaten hiçbir partiye yakın hissetmiyorum kendimi. Ama HDP bahse konu olduğunda, PKK da işin içine bulaşıyor. AKP deyince devlet terörü, CHP deyince entelektüel terör, MHP deyince mafya özentisi sokak terörü gelmiyor değil aklıma ama yine de HDP denince aklıma geleni hepsinden daha ürkütücü bulduğumu söyleyebilirim. Dolayısıyla HDP’nin başarısızlığında —Gökçek ve Osmanlıspor için olan kadar gönülden dile getirebileceğim biçimde olmasa da— sevinilecek bir yan bile bulabilirim, eğer istersem.
Ama istemiyorum.
Üstelik mesele sadece HDP’de 7 Haziran öncesinde birikmiş bir kıymetten ibaret de değil.
O süreçte HDP’de çok ciddi bir kıymet birikti. Memleketin Kürt olmayan gençliği, HDP vasıtasıyla siyaset alanına iltica etti. Sayıları az buz değildi, HDP’nin aldığı oylar içinde yüzdesi itibariyle emanet sayılabilecek mertebede olsa bile. Ama sayılarından daha mühimi, bir biçimde ülkenin geleceğinde kendilerine sahiden güvenilebilir donanıma sahip olan gençler olmalarıydı. Komplekssizce, motoru Kürtlerden mamul bir partinin kaportası olma işini üstlendiler.
HDP, başka birçok şeyin yanı sıra, en çok bu işi yapmış olmakla değiştirdi oyunun şartlarını.
Ama ne yazık ki, 7 Haziran’a kadar gösterdiği performansı sonrasında gösteremedi. HDP kaybetti. HDP’ye destek verenler kaybetti. Siyaset kaybetti. Hepimiz kaybettik.
***
Buraya kadarı böyle. HDP’ye kızarak, içerleyerek, ah ederek devam edebiliriz.
Ama kabahatin büyüğünün HDP’de olmadığını teslim etmemiz lazım geliyor. Çünkü… Çünkü bir memlekette işlerin yolunda gitmemesinin hesabını vermesi gerekenler, kararları veren ve verdikleri kararlar hayata geçenlerdir. Yani iktidardır.
7 Haziran sürecinde Türkiye Kürtleri, HDP aracılığıyla Türkiye Cumhuriyetine bir kredi açmışlardı. Türkiye’nin Kürt olmayan gençlerinin önemli bir bölümü de, Türkiye Cumhuriyetinin dönüştürülüp çağa uyum sağlayacak hale getirilmesinde Kürtlere başrolü vermeye razı gelmişlerdi. Eh Türkiye’nin Kürt olmayanlarının tamamı HDP’ye oy veren gençler kadar komplekssiz değildi. Ortaya bir sıkıntı çıkacağını, HDP’nin de üzerine binen ekstra yük altında kırılacağını tahmin etmek zor değildi. Erdoğan da bunu ya tahmin etti veya sezgileriyle fark etti. Kendisi de bindi ve HDP’yi dağıttılar.
Ne olmuş oldu?
Bugün memlekete vaziyet eden bir tek aktör var: Erdoğan. Memleketin vaziyet edilebilir bir memleket olabilmesi için olmazsa olmaz şartlardan biri, Kürt nüfusun “bunlar benim adıma pazarlık edebilir” diyeceği, kendilerini temsil yetkisi verdiği bir öznenin mevcudiyeti. Var mı öyle bir özne? Yok. HDP artık o özne değil, kendileri de farkındalar ve olamıyor olmaktan mahcubiyet duyuyorlar. Gerçi Nevrozda kimsenin beklemediği bir destek gördüler ama galiba hepimiz biliyoruz ki o destek yaklaşan referandum sebebiyle verilmiş geçici bir destek. HDP’ye destek olmaktan çok Evet’çilere —Kürtler üzerinden Evet postu çıkarmaya kalkanlara— bir gözdağından ibaret.
HDP’lilerin mahcubiyeti, her hallerinden görünüyor. Hâlbuki mahcubiyet duyması gerekenler Erdoğan ve onu frenleyemeyen AKP’liler. Memlekette Kürt nüfusun göğsünü gere gere “benim temsilcim bunlar” diyebileceği HDP vardı. Evet, PKK ile iltisaklı idiler. Ama marifet, o bağlantıyı bahane edip evvelemirde elzem olan bir özneyi daha kuvözdeyken imha etmek değildi. Marifet, HDP’yi PKK’dan uzaklaştıracak manevraları yapmak ve Kürt nüfusun “HDP kâfidir, size ihtiyacımız yok” diyerek PKK’yı yalnızlaştırmasını sağlamaktı.
Erdoğan mahcup olacak biri değil. Her şeyi olduğu gibi bu işi de ağzına yüzüne bulaştırdı ve zeytinyağı gibi suyun üzerine çıktı. “Nasıl becerdim ama” diye, aynanın karşısında da kendi kendine övünüyordur hatta. Becerdiği iş üstelik kendisinin hesap gününü belirsiz bir tarihe kadar ertelemeyi de sağladığından, övünmesi “ben bir dâhiyim” filan seviyelerine ulaşıyordur.
Ama artık HDP yok.
Osmanlıspor bu yıl bir hayli puan topladı. Bu demekti ki, önümüzdeki beş yıl boyunca Avrupa kupalarına katılabilecek olursa, mesela Konyaspor veya Bursaspor’un çekebileceğinden daha elverişli kuralar çekebilecek, kendisine ve Türkiye’ye daha çok puan kazandırabilecekti. Osmanlıspor’un bu sezon sonunda küme düşme riski filan olursa, bundan sonra ne Osmanlıspor ve ne de diğer takımlar Avrupa’da başarılı olmayı istemeyecekler. Zaten kimse Avrupa kupalarına katılmaya gönüllü de olmayacak. İçeride başarılı olmaktan başka hiçbir iddiası olmayan kulüpler halini alacak Türkiye’nin ligi. Seçim kazanmaktan başka hiçbir şeye akılları ermeyen Erdoğan ve AKP’sinin zehirlediği siyaset gibi…
Sonra?
Avrupa’daki başarısızlığı açıklamak yine de gerekecek. “Biz yol yaptık, köprü yaptık” benzeri, “stat yaptık, vergileri affettik” filan propagandaları yapılacak. “İyi ama Avrupa’da…” diye soracak yine de birileri. “Ulan bu Hollandalılar, zaten bizi kıskanıyorlar, statlarımızı kıskanıyorlar…” Filan.
***
Erdoğan’ın işi bitti. Benimki daha da önce bitebilir, bilemem. Ama Erdoğan’ın işi kesinlikle bitti. 16 Nisan’da bir yolunu bulup Evet çıkartabilse bile bitti. Ama bu memlekete bir HDP lazım. Kendilerine oy vermeyecek olsam da lazım. Nasıl ki hiçbir maçlarına gitmeyecek ve herhangi bir maçta onları desteklemeyecek olsam da Osmanlıspor memleket futboluna lazımsa…
Başka her şeyden önce, Kürt nüfusun “ulan bu örgütün arkasında durmazsak TC bizi bire kadar kırmadan, Kürtçe konuşan bir tek kişi bırakmadan rahat etmeyecek” diye hissetmesinin önüne geçmek için lazım. Elbette 7 Haziran öncesinde olduğu gibi —memleketin kıymetli emtiası arasında yer alan ve hâlihazırda dışarıda kalmış— Kürt olmayan gençleri de içeri sokabilen bir HDP olsa daha iyi olur ama o olamasa bile Kürt nüfusun temsilci olarak içine sindireceği bir özne olarak lazım.
Pardon, ne dediniz? “Etnisite üzerinden siyaset yapılmasa daha iyi olmaz mı” diye mi sordunuz? Eh, daha iyi olur. Ne iyi olur. Ama önce siz vazgeçin. Hatırı sayılır bir nüfus, sadece Kürt oldukları için tehdit altında olduklarını hissediyorlarsa, onlara “hissetmeyin” deyip durmanın bir manası yok. Kürtler için temsil sorunu bir etnisite meselesi değil, bir güvenlik meselesi. Güvenlik meselesi ortadan kalktığında, meseleyi siyaset zeminine çekmek, orada etnik kimlikler dışında yeniden biçimlendirmek mümkün olabilir.
Elbette Erdoğan’la, Erdoğan akıllarıyla olmaz da, Erdoğan artık bitti.
Bütün bunları “belki de yanılıyorumdur, Erdoğan bitmiştir ama Türkiye daha bitmemiş olabilir” ümidiyle yazdım. Bahardan olabilir…