ÖSYM’nin İşi
ÖSYM müthiş bir iş yapıyor. Neredeyse her galibiyetin şaibeli, her ihalenin danışıklı, her başarının iltimas eseri olarak görüldüğü bir toplumda, yıllardır, neredeyse hiçbir sızıntıya meydan vermeden, kimlerin, hangi üniversitenin hangi bölümüne yerleşeceğine karar veriyor. Neredeyse her otoritenin her kararının tartışıldığı bir toplumda, ÖSYM’nin kararlarına itiraz etmek kimsenin aklına bile gelmiyor.
ÖSYM işini etkileyici bir performansla yapıyor. Mesele şu ki, yanlış iş yapıyor. Benim ilk defa Drucker’da gördüğüm deyişle söyleyecek olursak, yanlış işi doğru yapıyor.
Yanlış işi yanlış yapmak istisnai bir haldir. Ancak Yıldırım Demirören gibi müstesna şahsiyetler, YÖK gibi müstesna kurumlar, zaten yanlış olan işleri, bir de ağızlarına, yüzlerine bulaştırmayı becerebilirler. Çünkü normal şartlarda, yanlış işi yanlış yapanlar kısa sürede tasfiye olur. Doğru işi doğru yapmak da, benim gibi birkaç dâhinin dışında pek kimsenin harcı olmadığından, nadir rastlanan bir haldir. Sıklıkla rastlanan hal, ya yanlış işi doğru yapmak, veya doğru işi yanlış yapmaktır. İşin bir yerlerindeki doğruluk, onu yapmayı sürdürmeye mazeret sağlar. Tıpkı ÖSS’de olduğu gibi: “Tamam, ÖSS’nin bir yığın kusuru olabilir, ama bu kadar güvenilir bir başka kurumumuz da yok yani.”
Bundan otuz yıl önce de ÖSYM vardı, liseyi bitiren öğrencileri üniversite bölümlerine yerleştirip duruyordu. Ama şartlar çoktandır aynı değil. Otuz yıl önce lise öğrencilerinin velileri ders yılının ikinci yarısı boyunca çocuklarına rapor almak için kırk takla atmıyordu. Liselerin müzik grupları, spor takımları vardı. Dershanelerin cirosu Bakanlığın Ortaöğretim bütçesiyle yarışacak seviyelere çok uzaktı.
Birçoklarının aksine, dershanelerin kazandığı paradan rahatsızlık duymuyorum. Müşterisinin bedelini gönül rızasıyla ödediği herhangi bir mal veya hizmeti üretebilen herkesin kazancı, bence, saygıdeğerdir. Dershaneler müşteriye ne lazımsa onu üretiyorlar. Ancak, dershanelerde üretilen her ne ise, ÖSS’nin sona erdiği saatte raf ömrünü tamamlıyor. Eğer Öğrenci Yerleştirme Sistemi çocukların ömürleri boyunca faydalanacakları bir şeylerin üretilmesini gerektirseydi, dershaneler onu da üretebilirdi.
Otuz yılda şartlar değişti ve besbelli ki ÖSYM şartların değişip durduğunun farkında. Çünkü sınav sistemini neredeyse sürekli olarak gözden geçirip, değiştiriyor. Eğer “değiştiriyor” yerine “değişen şartlara uyarlıyor” diyebilseydik, mesele olmayacaktı. Diyebiliyor muyuz?
Mesela gündemde ÖSS’yi günlere yaymak, puan türlerini çeşitlendirip branşlara göre özelleştirmek filan gibi çalışmalar var. Anlaşılan o ki ÖSYM, “öğrencilerin istikbalinin bir tek gündeki birkaç saatte belirlenmesi” gibi cümleler kurularak dile getirilen rahatsızlığın da, mevcut sistemin öğrencilerin ilgi ve becerilerine göre yerleştirme yapamaz hale geldiğinin de farkında. Bunlar ÖSS’nin mevcut haline dair problemler midir? Elcevap: Herhalde öyledirler. Lakin ÖSS’ye dair daha mühim, daha öncelikli problemler var. ÖSS’nin amacını gözden kaçırdık. Yapmamız gereken doğru işten giderek uzaklaştık. ÖSS’nin daha büyük bir sistemin, eğitim sisteminin sade bir bileşeni olduğunu unuttuk.
Son bir notla kapatayım: ÖSS hakkında ve ÖSS üzerinden söyleyecek laflarım bitmedi. Bu sütunda misafirliğim sürecek olursa söyleyeceğim. Zaten bu yüzden biraz erken başladım.
Cemalettin N. TAŞCI