Rusya
Metin Gürcan T24’te, robot çağının jeopolitiği hakkında ABD’de yapılan tartışmaları özetlemiş (http://t24.com.tr/yazarlar/metin-gurcan/robot-cagi-jeopolitigi-ve-robotik-askeri-devrim,18183). Daha doğrusu, kendisinin de işaret ettiği gibi, Ian G. R. Shaw’ın makalesini büyük ölçüde tercüme etmiş.
Robotlar, jeopolitiği ve savaş kavramını sahiden de Amerikalıların şehvetle tartıştığı istikamette değiştirir mi, bir fikrim yok. Biz daha önce, muhtelif teknolojik gelişmelerin dünyayı nasıl bir yer yapacağı, muhtelif sektörlerin nasıl etkileneceği hakkında benzeri tartışmalara çok şahit olduk. Bilgisayarın eğitimi nasıl değiştireceği mevzuunda yapılan tartışmaların bizzat içindeydim mesela. Ama eğitim derken hepimiz —sadece tartışmalarda taraf olanlar değil, hemen herkesi kastediyorum— okul odaklı, öğretmen marifetiyle sürdürülen, müfredat merkezli faaliyetlerden söz ediyor, sürecin orasına burasına bilgisayar diye bildiğimiz aygıtın nasıl tesir edeceğini düşünüyorduk. Dolayısıyla hiçbirimiz, mesela en büyük ortak bölen problemlerinin çözümü için YouTube’a girilip, bir gönüllü tarafından hazırlanmış uygun bir video aranabileceğini tahmin bile edemediydik.
ABD’de yapılan “robot teknolojisi jeopolitiği nasıl etkiler” türü tartışmaları manasız bulduğum neticesi çıkmasın. Aksine çok manalı buluyorum. Hatta içinde yaşadığımız dönemde manalı olan biricik faaliyet, “robot çağında jeopolitik kavrayışımız nasıl değişecek” türünden tartışmalar olabilir diye düşünüyorum. Ama bu yolla robot çağında jeopolitik kavrayışımızın nasıl değişeceğini tahmin edebileceğimiz —ve ona göre tedbirler geliştirebileceğimiz— için değil. Tahmin edemeyiz, tedbir alamayız. Ama zenginleşiriz, güçleniriz. Başımıza gelen —başımıza getirdiğimiz— şeyle baş edebilecek donanımı bu süreçte kazanmış oluruz. Futbolcuların idman yapması gibi bir şey yani. İdmanda, ne kadar hassas bir biçimde simüle etmiş olursanız olun, maçın atmosferine yakınsama şansınız bile olmaz. Maç, her halükarda, hayal ettiğinizden bambaşka bir biçimde gelişir. Ama idman yapmışsanız, yapmamış olana kıyasla, başınıza gelene sağlıklı reaksiyon göstermek konusunda çok daha avantajlısınızdır.
Gürcan’ın da işaret ettiği gibi, Shaw’ın merkeze koyduğu kavramlardan biri imparatorluk kavramı. 2001 yılında Negri ve Hardt İmparatorluk adlı kitaplarını yayınladıklarından beri, kâh onaylayarak kâh reddederek imparatorluk kavramını zihnimde taşıyorum. Robot teknolojisi ABD İmparatorluğunun —eğer varsa öyle bir şey— varoluş tarzını değiştirebilir mi? Şüphesiz değiştirir. Bütün iktisadi ve sosyal şartları tepeden tırnağa değiştiriyor. Maddi şartlar kökten değişiyor, elbette bütün siyasi üstyapılar da değişecektir. Askeri üstyapılar? Onlar zaten, Irak işgalinde sahnelenen gösteriden bu yana tanınmayacak kadar değişti. Ve şu geçen on yıl içinde gördük ki, Irak işgalindeki göz kamaştırıcı gösteri, meğerse, basit bir uvertürmüş.
Dünyayı değiştiren teknolojilerin pek çoğu askeri amaçla yapılan çalışmalar marifetiyle geliştirildi —bilgisayar, nükleer enerji ve hatta İnternet de dâhil. Ama robot teknolojisi —Yapay Akıl ve benzeri pek çok unsuru ihtiva edecek şekilde kullanıyorum— daha çok sivil/iktisadi bir müteharrik gücün ürünüymüş gibi görünüyor. Eğer öyleyse bile, Pentagon’un bu süreçte sadece seyirci/tüketici olarak kalmadığını tahmin etmek müşkül değil. Öyle kalmadığını da son dönemde Afganistan, Irak ve nihayet Suriye sahnelerinde gerçekleşenlerden görüyoruz.
Robot teknolojisi savaş ve jeopolitik kavramlarını nasıl değiştirecek, düşüneduralım. Ciddi işler bunlar, düşünülmesi gerekiyor. Kaldı ki savaş kavramını tepeden tırnağa değiştirebilecek başka işler de oluyor, genetik alanında öğrenilenlerin de silah haline dönüştürülmesi için yoğun mesai harcanıyor, biliyoruz.
Düşünelim bu hususları ama bugün derdim başka.
ABD’nin neler yapıp ettiğini teferruat düzeyinde bilmesek de, hangi istikamette yol aldığını görebiliyoruz. Görelim istiyor gibi de görünüyor zaten. Görelim ve haddimizi bilelim.
Peki, başkaları ne yapıyor? Mesela Çin, mesela İsrail? Pek bilmiyoruz. Bilmeyelim istiyor gibi de görünüyorlar zaten. Sürpriz etkisinden ürkelim.
Kendi hesabıma, İsrail’in eskiden beri, Çin’in ise nevzuhur bir aktör olarak, kendilerinde olmayan kıymetleri vehmetmemizi talep ettiklerini düşünüyorum. Başkalarının önemsediği kadar önemsemedim hiç. Üzerlerine kafa yormaya değer bulmuyorum.
Ama…
Üzerine kafa yormamıza değer olabilecek bir başka aktör var: Rusya.
Rusya, mevcut medeniyetler arasında, dünya sahnesine en geç çıkanı. Osmanlı’nın İran ile itişip durmasının yarattığı konjonktürde Altınordu hanlığını düşürene kadar matah bir aktör değildi. Olacak gibi de görünmüyordu. Sonrasında da coğrafi derinliği —ve edebiyatı, müziği ve matematiği— dışında pek önemli bir kıymeti olmadı. Ta ki 1917 devrimine kadar. 1917 devrimi, modernleşememiş de modernleştirilmiş bir toplumun bütün tabii sancılarının üstünü örttü ve köylü bir toplumdan bir bilim/sanayi devi imal etti. Çok büyük sosyal/insani maliyetlerle de olsa, verimliliği olağanüstü arttı Rusya’nın.
Mesele şu ki, bugün ABD’de yapılan “robot çağı jeopolitiği nasıl bir şey olacak” türünden tartışmalar için uygun şartlar Rusya’da inşa edilemedi. Verimliliği aşırı artıran merkezi yapı, verime bir katkısı olmayan ama uzun vadede doğurgan olan sosyal dinamikleri imha etti. Dolayısıyla üreten ama doğuramayan bir özne zuhur etti. Bir makine…
Sonra, bildiğiniz, şahit olduğunuz şeyler oldu. Makine iflas etti. Günümüzün Rusya’sı, gördüğümüz kadarıyla, neredeyse bütün ekonomisi doğal kaynaklara yaslanan bir ülke. Ama eski —çok da eski olmayan— güzel günlerini de özleyen bir özne. Bilmiyoruz Rusya’da neler oluyor? Oralarda birileri biyolojik savaş konusunda ne tür hazırlıklar yapıyorlar? Robot teknolojisi ne halde? Savaşta bir kıymet olarak görülüyor mu?
Bütün bunlar, sıradan bir insan olarak hepimizi fena halde ilgilendiriyor. İsveçli veya Mozambikli olsaydık da ilgilendirecekti bizi. Ama bizleri, yani Türkiye’de yaşayanları daha derinden ilgilendiriyor. Çünkü…
AKP’nin propaganda makinesi düşünmemizi istiyor ki, Batı bize düşman. Bize düşmanlık ediyor olmalarının sebebi de, büyük ölçüde, bizim aramızdan satın aldıkları heyet vasıtasıyla bizi istedikleri gibi kullanabilmiş olmaya alışmışken AKP’nin bu oyunu bozması. Aslında biz alternatifsiz değiliz. Mesela S-400’leri filan satın almamız da gösteriyor ki… Filan.
Bana öyle görünmüyor. Nasıl göründüğünü az çok biliyorsunuz. Türkiye’nin kadim düşmanları Rusya ve İran’dır. İkisi ittifak yaptığından bu yana, Türkiye için zor dönem zaten başlamış idi ve Türkiye bu konjonktürel değişime reaksiyon gösterebilecek esnekliği sergileyemedi. Zaten geçtiğimiz yüz yıl boyunca, böyle bir viraja girdiğimizde savrulmamıza mani olacak özgül ağırlığı da imal edememiştik.
Tam bu noktada Arap Baharı zuhur etti. Türkiye kendi imal ettiği özgül ağırlıkla olmasa da, bölgesel dinamiklerin değişmesi sayesinde yere tutunmasını sağlayabilecek bir manevra alanı kazandı. Lakin ne yazık ki başımızda cahil bir Erdoğan ile hayalperest ötesi bir Davutoğlu var idi. Bahse konu olan manevra alanını bozuk para gibi harcadılar.
Ne oldu, bilin bakalım. E, evet bildiniz, bizim boşalttığımız alana Rusya girdi.
Sadece iki yıl önce tablo şimdi olduğu gibi değildi. Bölgede Rusya’nın ciddi çabaları elbette var idi, dikilmiş bir yığın ağacı var idi ama hiçbiri bir tek meyve bile vermiş değildi. Barzani dâhil bölgedeki bütün aktörlerin Rusya ile ilişkileri elbette var idi ama hepsi için Rusya, idare edilmesi gereken bir aktörden ibaretti. Şimdi hatırlamak da, kabul etmek de kolay değil ama Esad’dan başka kimsenin hamisi değildi Rusya. Bugün Ankara dâhil herkesin hamisi durumuna terfi etti. Sadece iki yılda…
Şimdi Ankara’dakiler “vana bizim elimizde” filan diye gürlüyorlar ama ciddiye almayın. Bahçeli’nin —ve onun temsil ettiği zannedilen kaz kafalıların— gazını alıyorlar. Irak’ın kuzeyindeki yekûn petrol ve doğal gaz kaynaklarının asıl sahibi artık Rusya. Eğer o kaynakların Avrupa’ya nakli için Türkiye’ye ihtiyaç varsa, Türkiye vanayı seve seve değilse de bir biçimde açık tutacaktır. Yok, eğer Türkiye’nin denklemden çıkarılması gerekiyorsa, Ankara’dakilere kahramanlık yaptırılıp vana kapattırılacak, İran üzerinden yeni bir oyun kurulacaktır. Filan.
Bu gibi meseleler yüzünden, Rusya’da neler olup bittiği bizi herkesten çok ilgilendiriyor.
Ve bilmiyoruz, Rusya’da ABD İmparatorluğunu dengeleyecek şeyler oluyor mu? Yani teknoloji ve entelektüel sermaye üzerinden bir dünya imparatorluğu tesis etmekte olan ABD’ye karşı, sadece doğal kaynaklar üzerinde tekel kurmakla mı kafa tutmaya çalışacak Rusya, yoksa bir yerlerde füzesavarlardan ve basit İHA’lardan fazlasına kafa yoran birileri var mı?
***
Metin Gürcan’ın yazısında söz ettiği kavramların tetiklediği düşünceleri özetlemeye çalıştım. Bir gelecek tahmininde de bulunayım.
Gürcan’ın sözünü ettiği ve jeopolitik kavramlaştırmaları yeniden inşa etmeyi gerektiren şeyler, sadece ve bağımsız olarak askeri ve jeopolitik kavram haritasını değiştirmiyor. Uzun süredir belki de ilk defa askeri ve jeopolitik kavram haritasındaki değişim, sosyal/iktisadi kavram haritasındaki değişimin peşine takılmak zorunda kaldı —bugüne kadar önce askeri kavramlar değişiyor diğer her şey onu izliyordu. Bu bile, başlı başına çok mühim bir gösterge.
Her şey tepeden tırnağa değişiyor. Bu süreçte çok mühim bir şey oldu. Petrol ve doğal gaz taleplerinin küresel olarak —uzun süredir ilk defa olmak üzere— önümüzdeki beş yıl içinde durağanlaşacağı, kısa süre sonra da düşmeye başlayacağı tahminleri yapıldı. Büyük firmalar yeni alanları üretime açma yatırımlarını durdurma kararı verdiler. Hani uzun süredir, Irak işgali de dâhil her şeyi enerji darboğazı ile açıklama konforundan caymamakta ısrar edenlere hatırlatayım. Enerji zaten olup bitenin müteharrik gücü değildi, olacak olanda hissesi yok mertebesinde.
Her şey tepeden tırnağa değişiyor. İş/meslek dediğimiz kavramdan, komşu dediğimiz kavrama kadar, her şey. Elbette jeopolitik ve savaş denen kavramlar da bu değişimden hisselerine düşeni alacaklar. Sözünü ettiğimiz değişim —insanlık tarihinde benzeri görülmemiş ölçüde— entelektüel yoğunluğu yüksek bir değişim. Yetişmiş insan gücü her daim mühim, çok mühim bir kıymetti. Ama hiçbir vakit bu kadar başat, tek başına belirleyici bir unsur olmamıştı.
Neticede, kendi pozisyonumda ısrarlıyım, dünya şehirlileri ile kasabalıları arasında şiddetli bir çarpışmaya doğru hızla sürükleniyor —aslında çarpışmanın içindeyiz. Kasabalılar füzesavar sistemlerinin altında kendilerini emniyette hissedip dünyanın doğal kaynaklarını istismar ederek sahip oldukları zenginliklerin tadını çıkaracaklarını zannederken… Kasabalarının göbeğinde etrafa sadece kendilerine zarar veren virüsler saçan tanımadıkları hafif, insansız araçlarla karşı karşıya kalabilirler. Âlemin İnternet sistemlerini haklayıp zafer duygusu yaşarken, bütün sistemlerinin topyekûn çöktüğüne şahit olabilirler.
Umarım şehirliler böyle şeyler yapmazlar ama her halükarda kasabalılar kaybedecek. Rusya, bana öyle görünüyor ki, dünyanın en kasabalı kabadayısı. ABD İmparatorluğunun mevcut ve muhtemel zulümlerinin alternatifi, kasabalı bir kabadayının arkasına saklanıp nanik yapmak değil.