Saltanat

Daha önce birkaç defa sözünü etmiştim, Gorz 1980’de, “günümüzün kıt kaynağı iştir” demişti ve bu laf da benim ufkumu açmıştı. İşin kıt olduğunun ve giderek kıtlaşmakta olduğunun elbette farkındaydım, ufkumu açan kendi gözlemimin Gorz tarafından teyit edilmesi değildi. İşin bir iktisadi kaynak olarak kavramlaştırılmasıydı.

Tanıdığım, bildiğim iktisatçılar böyle bir kavramlaştırmadan ve onun tezahürlerinden hoşlanmıyorlar —herhalde ezberlerine uymuyor. Ama işi böyle, bir iktisadi kaynak olarak gördüğünüzde, Doğu Karadeniz’e çay toplamaya gelen Gürcülere işi “ihraç ettiğimizi” söyleyebiliriz. Tastamam aynı mantıkla, buğday ithal ettiğimizde de “iş ihraç ettiğimizi” söylemek mümkün. Eğer ithal ettiğimiz buğdayı Türkiye’de üretecek olsaydık, Türkiye’de birilerinin “çalışması” gerekecekti. İthal ettiğimizde, hangi ülkeden ithal ediyorsak oranın insanları çalışıyor. Böyle bakıldığında, yetmişlerin başında Almanya’ya işçi gönderirken iş ithal ediyorduk. Almanya ise iş ihraç ediyordu.

Ülkede işsizlik ciddi seviyelere yükselmişken ve yükselip duruyorken —ve ilan edilen, adı değiştirilip makyaj yapılmış Orta Vadeli Program marifetiyle daha da hızlı yükseleceği itiraf edilmişken— neden iş ihraç edip duruyoruz? Sebebi son derece basit: Doğu Karadenizli “işsiz” gençler, çayı, Gürcistan’dan gelenlerin razı oldukları ücretlere toplamaya razı değiller. Türkiye’nin buğday üreticileri, başkalarının üreticilerinin razı olduğu fiyatlarla buğday üretmeye razı değiller.

İş kıt. Gorz’un tespit ettiği tarihi milat alsak bile —ki Gorz’un o tespiti yapabilmesi için bir süredir işin kıt olması gerekiyordu— en az kırk yıldır kıt. İşin kıt olmasına ve daha da kıtlaşıyor olmasına rağmen zengin ülkeler, bütün bu kırk yıl boyunca, iş ihraç eden ülkeler oldular. Neden? Sebep aynı, bir Amerikalı, bir Alman, bir Fransız, bir Pakistanlının, bir Slovenyalının razı olduğu ücretlere razı olmadığından… Düşük ücretli işler ihraç edildi. Ama aynı süreç boyunca, Amerika’da, Batı Avrupa’da, yüksek ücretli yeni işler yaratıldı. Dolayısıyla işsizlik, yakın bir tarihe kadar, bahse konu olan bölgelerde hiç iki haneli oranlara ulaşmadı.

Türkiye’de ise reel işsizlik, bildiğim herhangi bir dönemde tek haneli oranlara düşmedi. Buna rağmen iş ihraç edip duruyoruz.

Malumunuz üzere, geçtiğimiz hafta, ekmeğin fiyatı artmasın ve zaten tırmanmakta olan enflasyon azmasın diye, buğday ithal ettik. Başta ekmek olmak üzere buğday ürünleri, bildiğim kadarıyla, fiyat esnekliği düşük olan ürünler. Yani talebi fiyat değişimine çok hassas değil. Belki ucuz olunca israf biraz daha yüksek oluyordur, “aman, bu ekmek bayatlamış, yenisini alıver” filan deniyordur. Fiyat yükselince ise biraz daha dikkatli tüketiliyordur. Ama bu tür “ekstra tüketim”, bana öyle geliyor ki, bahse konu olan fiyat aralıklarında öyle çok kayda değer bir fark yaratmıyordur.

Türkiye’de üretilen buğday Türkiye’nin talebini karşılamıyorsa, ithal edeceksin, çare yok. Ama karşıladığı halde fiyatı yükseliyorsa? Tuhaf. Dolayısıyla burada, Gürcistan’dan gelenlerin çay toplamasından farklı bir şeyler var gibi görünüyor.

Bir defa, Konya ovasında buğday üretenler, buğdayı, mesela Brezilya çiftçilerinden daha pahalıya üretiyor oldukları halde, ellerine geçen Brezilya çiftçilerinin eline geçenden daha az olabilir. Ne bileyim, enerji daha pahalıdır, Brezilya çiftçisini sübvanse ediyordur, Brezilya’da ortalama bir çiftçi kırk dönüm ekiyorken Türkiye’deki ortalama çiftçi beş dönüm ekiyordur ve ölçek ekonomisi yüzünden geliri düşüyordur, Brezilya’nın toprağı daha verimlidir aynı emeğe daha çok buğday veriyordur, filan… Dolayısıyla da, buğdayı ta Brezilya’dan Türkiye’ye taşıma maliyetini de eklediğiniz halde, Türkiye çiftçisi de Brezilyalı muadilinden daha şımarık olmasa bile, buğday ithal etmek —iş ihraç etmek— gerekiyor olabilir.

İkincisi, buğday çiftçisi, daha kârlı başka ürünlere yöneldiğinden, buğday ithal etmek makul olabilir. Yukarıda işaret ettiğim gibi, daha kârlı işler yaratmışsınızdır ve daha az kârlı olanları ihraç etmenizde bir beis yok.

Üçüncüsü, buğday çiftçisi, memleketin ihtiyacı olan kadar buğdayı, düşük marjlara rağmen üretmiştir ama bir biçimde kıtlık —veya kıtlık algısı— yaratıp kendi kâr marjını yükseltecek fiyatları dayatmaya kalkmıştır. Çiftçinin kendisi ve/veya aracılar… Buğday ithaline gerekçe olarak fiyatların yükselme riski gösterildiğine göre… Böyle bir şey olmalı.

O halde sorabiliriz, neden şimdi? Neden memleketin iktisadı hakkında dönemin en belirgin vasfı liranın diğer para birimlerine karşı olağanüstü değer kaybetmesi olan bu dönem? Esasında ne olması gerekirdi? Lira değer kaybettiğine göre, ithal buğday pahalanmış olmalıydı. Eğer bize buğday satanlar akla sığmayacak oranlarda sübvansiyon uygulamamışlarsa, tabii olarak pahalanmıştır.

Yani?

Yani devlet, içerideki üreticiden satın aldığından daha yüksek fiyatlarla buğday ithal etmiş olabilir. Buğdayın fiyatını stabilize etmek için… Olacak iş mi? Olmaması gerekir de… Aha mevcut “devlet aklı”, olmayacak o kadar çok iş işledi ki, buna da “olmaz o kadar” diyemiyorum. Buğday “piyasası” nasıl işliyor, TMO’nun hissesi ne kadar, çiftçiden çıkış fiyatları ne, ithalat fiyatları ne, bir malumatım yok. Dolayısıyla da… Elimde sadece iktisat yönetiminin bugüne kadarki “aklı” hakkındaki bilgim var. Onunla “fikir” yürütüyorum.

Neyse…

Esas mesele şu: Liranın olağanüstü değer kaybı, çay toplama işini Gürcistan’dan gelenler için daha az cazip hale getirmiş, bize buğday satanlar için de Türkiye’ye buğday satmayı daha az kârlı hale getirmiş olmalı. Ama yine de çayı Gürcüler topluyor ve biz buğday ithal ediyoruz. Bugüne kadar bu işi sürdürebiliyorduk, çünkü lira “aşırı değerli” idi, devlet yeni ve daha yüksek ücretli işler yaratmadığı halde, Doğu Karadenizli gençlere, çay toplayarak elde edebilecekleri gelirden daha fazlasını, buğday ekebilecek halde olanlara buğday ekerek elde edebileceklerinden daha fazlasını, aldığı borçla “dağıtıyordu”. Ve bu sayede, bu tür düşük gelirli işleri ihraç edebiliyorduk. Lira altı ayda değerinin yarısını kaybetti, görünen o ki kimsenin tutumu değişmedi.

Devletin de…

Diyelim buğday ithal etmediniz ve ülkede üretilen buğdayın fiyatı da —kısmen fırsatçılıktan— yüzde on arttı. Bu artış da ekmek fiyatlarına yansıdı. Ve bu yüzden enflasyon da, diyelim bir puan arttı. Kötü bir hal.

Ama…

Neticede o gelir artışı, Türkiye’de birilerine gitti. Bir nevi servet transferi geçekleşti ama kayba uğrayanlar da, kazananlar da bu ülkenin insanları… Şimdi? Siz buğdayı ithal etiğinizde… Yine bir nevi servet transferi gerçekleşti ama dışarıya… Hangi dönemde? Döviz rezervleriniz tehlikeli seviyeye gerilemiş, ülkede —özellikle döviz fiyatlarının kışkırttığı— bir panik havası yerleşiyor iken…

İşsizlik hızla tırmanıyor iken… Hâlbuki buğday fiyatları yüzde on artsa mesela, buğday ekmek birileri için cazip hale gelecek, içeride üretim artacak, bahse konu olan iktisadi faaliyet emek yoğun bir faaliyet olduğundan reel işsizlik düşecek, filan.

Benim anladığım o ki, memlekette kimse, başımıza ne geldiğinin pek farkında değil —ne Doğu Karadenizli işsiz gençler, ne buğday üreticisi ve ne de devlet. On beş yıldır el parasıyla sürdürülen saltanatın, bir biçimde, bundan sonra da sürdürülebileceği kanaati çok yaygın ve çok kökleşmiş anlaşılan.

Hayırlısı…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin