Şeytan
CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun, zamanın ruhuna uygun yeni bir şarkıya ihtiyaç varken, her şartta geçerli bir formül aradığını ima ettim ya… Yazıyı yollar yollamaz Kılıçdaroğlu için iyimser bir tutum aldığımı fark ettim. Düzeltecektim, caydım. Bugüne bıraktım.
Kılıçdaroğlu –daha genelde CHP’liler, yani okumuş çocuklar– bir formül bile aramıyorlar. Bildikleri formüller geçerli olsun istiyorlar. Ezberledikleri şarkıları seslendirsinler, ahali de onları –bir vakitler dedelerinin dinlediği şevkle– dinlesin istiyorlar. Siyaseti bu zannediyorlar. Doğru formül, doğru şarkı zaten belli, onu da CHP –ve CHP’liler– biliyor, mesele bir icra problemi, bir uygulama problemi… Siyaseti doğru icra, doğru uygulama olarak görüyorlar.
Dünyayı öyle görüyorlar. Newton denklemlerini nasıl görüyorlarsa, Onuncu Yıl Marşını da öyle görüyorlar.
Dünyanın onların bildiği gibi olmamasını, onların tahmin etmediği gibi davranmamasını, Onuncu Yıl Marşının Newton denklemleri gibi olmamasını da bir komplocunun komplosu olarak okuyorlar. Ahaliyi baştan çıkaran birileri, her dem geçerli olacaktı olan o sihirli formüle duyulan inancı aşındırıyor, filan… Böyle bakmak, böyle okumak zorundalar, en az bir şeytan bulmak zorundalar, aksi halde büsbütün bir dünya tasavvuru çökecek.
Hâlbuki CHP bir şarkıydı. Eskidi. 1970’lerde başka bir şarkı yazıldı. O da eskidi. Şimdi başka şarkı lazım.
***
Mesele CHP ile sınırlı değil. İlaveten dünyayı doğru-yanlış kategorileriyle okumaktan ibaret de değil. Daha yaygın ve daha geniş bir derdimiz var.
Mesela…
Kendi hesabıma, tanıdığım en Amerikan düşmanı adamım. Kendimi bildim bileli Amerikan düşmanıyım.
Eh, Amerikan düşmanı derken… Teker teker her bir Amerikalıya düşman olmaktan söz etmiyoruz, öyle değil mi? Amerika’ya Amerika olduğu için karşı da değiliz, değil mi? Amerika’ya düşmanız çünkü… Amerika bir şeyler yapıyor, yaptıklarını tasvip etmiyoruz, değil mi? Amerika’nın ve Amerikalıların doğuştan kötü, kötü yaratıldıkları için kötü, iflah olmaz bir biçimde kötü olduklarını filan düşünmüyoruz, değil mi?
Çünkü…
Öyle doğuştan kötü, kötü yaratıldığı için kötü olan özneler yok. Yeryüzünde şeytanlar yok. Özneleri iyi ve kötü, şeytan ve melek olarak bölmek, daha doğrusu kavram haritasını birbirini dışlayan (mutually exclusive), kesikli (discrete) bölgeler halinde tarif etmek, modern, batılı bir tutum. Kökleri Platon’a, hatta Parmenides’e kadar götürülebilecek bir tutum. Buraların hikâyesi farklı. Buralarda hayır da şer de Allah’tan. Hayırda şer, şerde hayır var. Filan.
Bunları tartıştım uzun uzun. Kavramlar belirgin sınırlarla birbirinden ayrılmış değil, sınırlar hep bulanık. Özneler de öyle. Amerika özü itibariye kötü değil. Kürtler veya Türkler de kötü değil. Zaten öz diye bir şey de yok. Kötülük, ölçünün kaçmasıyla zuhur eden bir hal. Kendiliğinden var olan bir hal değil. Filan. Buraların hikâyesine göre, haddini bileceksin, haddini aşmayacaksın, iyi olacaksın.
Haddimiz nerede? İşte onu bilmiyoruz. Bilinebileceğini söyleyen, bir yerlerde sınırların zaten var olduğunu, mesela alnı secde gördü mü insanın o bilgiye otomatik olarak ulaşmış olduğunu veya mesela ODTÜ’lerde okuduğunda, ODTÜ’lerden diploma aldığında –her kıymetli bilgi gibi– bu bilgiye ulaşılmış olduğunu ima eden her türlü varsayım ahmakça. Haddimizi bilmemiz gerekiyor ve…
Bilemeyiz.
Nasıl öğreniriz? Haddimize tecavüz ederek. Haddimizi aştığımızda başımız ağrır, canımız yanar, haddimizi aştığımızı öğreniriz. Öğrenebilirsek öğreniriz. Öğrenemezsek?
Aha işte gözleyip duruyorsunuz, öğrenilemezse neler olacağını. Yıllar yılı, Platonik bir bakış açısıyla, mekteplerde her bir şeyi öğrenmiş olduğunu, Amerika’nın şeytan olduğunu filan varsayarak memlekete tepeden bakanlara karşı güya muhalefet etmiş olanlar, şimdi, alnı secde gördüğüne göre her bir şeyin sırrına erdiğini, Amerika’nın şeytan olduğunu iddia ederek iş görüyorlar. Herkese tepeden bakıyorlar.
***
Amerika kötü. Kötü yaratıldığı için değil, dünyadaki hissesi hak ettiğinden fazla olduğundan kötü. Amerika’nın karşısına, Amerika’yı sınırlayacağı varsayımıyla, Amerika kadar kudretli bir başka özne, mesela Rusya çıkardığınızda kötülüğü yenmiş olmazsınız. İki kötünüz olur.
Amerika kötü. Amerika’yı kategorik olarak reddederek, Amerika’yı şeytanlaştırarak kötülükle mücadele edemezsiniz. İki sebeple: (a) Böyle yapmakla Amerikalılaşmış olursunuz, dünyanın bir kötüsü daha olur ve (b) bu oyunda Amerika sizi kolayca alt eder. Çünkü hem uzmanlığı bu ve hem de sizden çok daha güçlü.
Erdoğan kötü. Doğuştan kötü değil. Çocukken, besbelli, hamuru nefretle, korkuyla, şiddetle yoğrulmuş. Besbelli çok dayak yemiş, filan. Ama öyle yetişen çok kişi var. Kötülük genetik kodundan, inancından, yetişme tarzından kaynaklanmıyor. Kötülük, haddine tecavüz edebiliyor –ve bu sebeple başına/başımıza gelenlerden öğrenemiyor– olmasından kaynaklanıyor. Elinde aşırı kudret birikmiş olmasından kaynaklanıyor.
İki kötü, genellikle yaptıkları gibi, hadlerini aşmalarını meşrulaştırmak için, birbirlerini kullanıyorlar. Amerika’ya ihtiyacımız var, çünkü dünyanın düzenini tehdit eden IŞİD filan gibi özneleri ancak o yenebilir. Erdoğan’a ihtiyacımız var, çünkü Amerika’nın şerrinden ancak ona sığınabiliriz.
Bize anlattıkları hikâyeler bunlar. Her kötü, kendisine katlanmamız için başka kötüleri kullanır. Kötülüğün beslendiği kaynak, demek ki, bizim kavram haritamız. Kötülüğün ontolojik olduğunu, ölçünün şaşmasından kaynaklanmadığını bir defa kabul ettiniz mi, kötünün manevra alanı genişler. Dünyanın iyiler/kötüler, doğrular/yanlışlar filan gibi birbirini dışlayan kavramlardan oluştuğunu, sınırların net olduğunu, eğer yeterince çaba harcarsanız (mesela beş vakit namaz kılar veya makbul bir okulu bitirirseniz) sınırları öğrenebileceğinizi, her şeyi birbirinden ayırt edebileceğinizi filan varsayıyorsanız, kötülük ekstra manevra alanı kazanır. Filan.
Şeytan, kökeni itibariyle bir melek. Onu şeytanlaştıran –başka şeylerin yanı sıra– kendisini diğerlerinden ayırması ve haddini şaşırması.