Siyaset Gibi
İzmir Körfezinin ağzını kapatmasın diye Gediz’in yatağı değiştirilmiş ya, siyaset dediğimiz faaliyet de, sosyal akıntıların yatağını değiştirmek için yapılır.
Gediz dağlardan, bayırlardan taşıdığı alüvyonlarla, verimli bir ova yapar. İyi ki yapar. Yerinde kalsa bir işe yaramayacak olan incecik toprak tabakasını kıyıya yığar. İşe yarayan bir tabaka imal eder. Siyaset de, teker teker bakıldığında fertlerde mevcudiyeti bile hissedilmeyen hassasiyetleri, ümitleri, endişeleri toplar, sosyal olarak verimli ovalar oluşturur.
Ama işte gün gelir, Gediz’in iyi ki yaptığı iş, körfezin mevcudiyetini tehdit etmeye başlar. Getirmekte olduğu alüvyonların artık başka yerlere taşınması gerekir. İşte o vakit bir siyaset çıkar. Uygun noktalara, uygun miktarda patlayıcı yerleştirir. Patlatır. Toplumun istikameti değişir.
Özal mesela, tam da böyle bir iş yapmıştı. Onun verdiği istikamete değil de başka bir istikamete akmamız gerektiğini düşünebilirsiniz. Ama herhalde, toplumun yatağını değiştirdiğini inkâr etmezsiniz.
***
Türkiye Erdoğan’dan da böyle bir iş bekledi. O ise bildiği biricik şeyi yaptı. Suyun akışını düzenleyen barajları infilak ettirdi. Sel hepimizin üstünden geçti. Barajlardan uygun miktarda su salınmadığı için çorak topraklara mahkûm olanlar vardı. Sel acıyı herkese paylaştırınca, memnun oldular. Ama 2007’de belki onlar bile desteklerini çekeceklerdi. Malum şeyler oldu. Sele alkış tutanlar arttı.
Bu seçim başka. Artık herkes selden yılgın.
Mesele şu ki, siyaset sahnesindekilerin hiçbiri nehrin yatağını değiştirmek gibi bir işe talip değil. Birileri gerçi, ellerinde kovalar, körfezi kurtarma ümidiyle, nehrin taşıdığı çamuru başka yerlere nakletmeye çalışıyorlar. Çok yoruluyorlar. Ev ev, köy köy, kahve kahve geziyorlar. Dil döküyor, kendi tabirleriyle “anlatıyorlar”.
“Anlatmaya” başlamadan önce, ahalideki değişim talebinin mahiyetini “anlamak” gerekiyordu hâlbuki. Sokak sokak gezmeden önce, masa başında uzun ve meşakkatli bir mesaiyi göze almak gerekiyordu.
Patlayıcıların ne kadarının YGS mıntıkasına, nasıl yerleştirilmesi gerektiğini, ne kadarının İnternet özgürlükleri mıntıkasına ayrılması gerektiğini düşünmek gerekiyor mesela. Kürt dirseğindeki girdapların, AB boğazındaki debinin hesaplanması lazım. Onlar, kova kova toprak taşıyorlar. Nasreddin Hoca’nın hesabı, anahtar başka yerde kaybedilmiş, onlar aydınlık yerde arıyorlar. Haklarını yemeyelim, çok yoruluyorlar.
***
Siyasetten akıl, zekâ ve yaratıcılık ihraç edildi. Endüstriyel politika bu. Birkaç günlük zihinsel çabanın, birkaç milyon adam-saatlik yorgunluğun yerini tutabileceği unutuldu. Bir nüktenin, saatlerce süren ikna çabalarından daha etkili olabileceği… En azından, nüktenin kendi dolaşım kabiliyeti var, her adımda arkasından ittirmeniz gerekmez. Hele bugünkü İnternet çağında…
Ama en önemlisi, şuraya yerleştirdiğiniz patlayıcılar ile buraya yerleştirdiklerinizin, birbirini destekleyen işler yapması lazım. Bir yandan kapı kapı çoğulculuk anlatmaya çalışırken, öte yandan lider yaratacağız diye milyonlarca dolar harcamak olmuyor mesela. Suyu şuraya yönlendirdikten sonra, az ileride önüne dağ gibi engel çıkarmış oluyorsunuz bir nevi.
Sahnedeki bunca insanın hepsi akıldan, zekâdan, yaratıcılıktan mahrum değil. Gündelik hayatlarında pekâlâ akıllı, zeki ve yaratıcı olanlar var aralarında. Problem şu ki, mesele siyaset olunca bunların gerekmediğini düşünüyorlar. İşlerinin, fabrika işçileri gibi, hep tekrarlanmış olan şeyleri, disiplin, fedakârlık ve kararlılıkla tekrarlayıp durmak olduğunu varsayıyorlar. Yoruluyorlar. Bunca yorgunluğun bir hâsılatı vardır diye ümit ediyorlardır.
Deterjan markaları kadar bile ihtimamla yönetilmeyen sadece koskoca kulüpler değil. Koskoca siyasi partiler de benzer durumda.
Cemalettin N. TAŞCI