Şok Doktrini
Duvar, Zafer Fehmi Yörük ile konuşmuş (http://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/01/04/turkiye-toplumuna-format-atiliyor/). Yörük, Klein’ın Şok Doktrinini hatırlatıp, Türkiye’nin ve bölgenin mevcut hallerini açıklamaya çalışmış. Başarılı olmuş mu? Bence halimize bir ışık tutmuş.
Ama…
Klein, bildiğim kadarıyla, kendi şeytanı olan Friedman üzerinden, sanki kapitalizm —hatta insanlık— tarihinin yeni bir icadından söz ediyor gibiydi. Yörük de sanki öyle yapıyor gibi. Hâlbuki mesela Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu da Friedman’ın sözünü ettiği tarzda bir inşa sürecidir. Yörük’ten alıntılıyorum: “Klein’a göre, en son Irak’a yapılan ABD müdahalesi, ülkenin bütün kurumlarının ve kadrolarının imhası ile rayından çıkarılması ve ardından o güne kadar varoluşunun temelini oluşturan doğrultudan çok farklı bir eksende yeniden inşa edilme deneyidir.”
Eh, birileri, apaynı şeyleri, tastamam Kemal ve arkadaşlarının fiilleri için dile getiriyorlar. Haklılar mı? Dibine kadar haklılar. Üstelik ortada Friedman ve Friedmancılar yokken, ortada bugün anladığımız manada çokuluslu şirketler yokken, Türkiye’de olup bitenden çokuluslu şirketler nemalanmazken de yapıldı her şey. Mustafa Kemal ve arkadaşları, büyük bir felaketle karşılaşmış olan, kısa sürede şok üzerine şok yaşamış olan bir topluma, bu fırsattan istifade, format attılar.
Friedman’a katılırsınız, katılmazsınız, sizin bileceğiniz iş. Ama şoklardan istifade ederek format atma işlemi evrensel bir iştir, Friedman’ın veya Friedmancıların icadı değil. Friedman’ı diğerlerinden ayıran husus, şoklardan istifade atılacak formatın muhtevası. “Hazır ortalık toz duman olmuş, mevcut sistem çökmüşken, şöyle serbest piyasaya yaslanan sistemler kuralım” demeye karşı olmak bir şey, “hazır ortalık toz duman olmuş, mevcut sistem çökmüşken, yeni ve daha adil bir sistem kuralım” demeye karşı olmak başka yani. İlkinin bir mantığı olabilir ama ikincisi tamamen saçma.
Şunu da ekleyeyim de öyle devam edeyim: Klein, Friedman’ın, “inanıyorum ki bizim asıl fonksiyonumuz mevcut politikalara alternatifler geliştirmek ve onları, politik olarak imkânsız olanlar politik olarak kaçınılmaz olana kadar canlı ve erişilebilir tutmaktır” dediğini hatırlatıp, “bazı insanlar felaketlere karşı tedbir olarak konserve gıda ve su stoklarken, Freidmancılar serbest piyasa fikirleri stoklar” diye mıhlıyor. Ama anlaşılan o ki, Friedmancılar, serbest piyasa fikirlerini tatbik edebilmek için felaket imal etmiyorlar.
***
İmdiii…
Ben hayatım boyunca, Kemalist reformların Türkiye’nin o güne kadar varoluşunun temelini oluşturan doğrultudan çok farklı bir eksende yeniden inşa edilme deneyi olduğunu iddia edegeldim. Buna karşı çıkan pek olmadı. Karşı çıkmalar, günümüzün problemleri ile o dönemde yapılanlar arasında bağlantı olduğunu öne sürdüğümde ortaya çıktı. Çünkü işbu deney sayesinde, memlekete ve insanlığa pek de bir katkı sağlamadan prim yapanlar, bir biçimde, (a) Türkiye’nin o güne kadar varoluşunu oluşturan doğrultudan çok farklı bir eksende yeniden inşa edilmesinin zaruri olduğunu ve (b) o “çok farklı eksen”in de tastamam kendilerinin neferi oldukları eksen olduğunu, Türkiye’nin başka bir olabilirliği olmadığını iman meselesi yapmış idiler. Bu iki husus onların dogmalarının ana unsurları arasında idi ve müzakereye bile yanaşmıyorlardı.
Osmanlı’nın Yirminci Yüzyıl başına gelmeden ölmüş olduğunu, Türkiye’nin o güne kadar varoluşunu oluşturan eksende hayatını idame ettiremeyeceğini, farklı bir eksende yeniden inşasının 1920’lerde bir zaruret olduğunu kabul ediyorum. Ancak topluma dayatılan mimari projeye itiraz edegeldim. Yanmış yıkılmış, yenilmiş bir toplumun boşalttığı alanda yeni bir proje geliştirilmesine değil yani, o projenin olduğu gibi olmasına, türdeş, yeknesak, dışlayıcı, biçimci ve saire özelliklerine karşıydım.
Şimdi?
Bana öyle geldi ki, Yörük, Klein’den ilhamla, yeninin inşasına kategorik olarak karşı çıkıyor. Bence hiç manası yok. Çünkü ne Türkiye 2002’de olduğu haliyle, ne de Ortadoğu 1990’lardaki haliyle sürdürülebilir değildi. Arap Baharı zuhur ettiğinde de, bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu konusunda gidenin ardından ağıtlar yakılırken, Akşam’da, bunun manalı bir iş olmadığını iddia eden yazılar yazdım.
Mesele, bu bölgede yeninin inşa ediliyor olması değil —eğer yeni inşa ediliyor olsaydı. Aksine, yeni bir şeyin inşa edilemiyor olması.
Çok da uzatmak istemiyorum, kopuk kopuk söyleyeyim: Eğer Friedman’ın dediği gibi yapılmış olsaydı, muhtemel bir felakete karşı alternatif entelektüel ve zihinsel birikim ikmal edilmiş, politik olarak kaçınılmaz olduğu bu noktaya kadar da canlı ve erişilebilir tutulabilmiş olsaydı, şimdi üst akıl filan diye sayıklamalara da, “ama işte bölgeyi formatlıyorlar” diye tahlillere de ihtiyaç kalmayacaktı. Yapılamamış. Keşke o eleştirilen Friedman kadar akıllı olunabilseymiş. Veya keşke bizim de bir Friedman’ımız olsaymış. Yanlış yere saldırmayın yani, Friedman’ın arkasından gidenlerin Sri Lanka’yı yağmalaması, Şili’de olmayacak zulümler yapması başka, ölmüş bir düzenin yerine yenisini inşa etmeklere kategorik olarak karşı çıkmak başka.
Türkiye’de Kemal ve arkadaşlarının yaptığı, bütün bir 19. Yüzyıl boyunca biriktirilmiş olan entelektüel cephaneliğin bir bölümünün, şok sonrası, topluma dayatılmasıydı. Projenin hataları sebebiyle binanın yıkılma tehlikesine maruz kalmalarının her biri yeni bir felaket olarak pazarlanıp, 1960’ta, 71’de, 80’de ve nihayet 28 Şubat’ta, yeniden formatlandı Türkiye. Ama bina formatlayıcıların umurunda değildi, proje umurlarındaydı.
2002’de iş başına gelenlerin herhangi bir zihinsel donanımları olmadığı, bildiklerinin tamamının Kemalistlerden öğrendikleri olduğu, çok geçmeden ortaya çıktı. Bir defa daha… Yanlış olan 1990’larda artık bütün kolonları yıkılmış olan memleketi 2000’lerde formatlamaya kalkmaları değildi —zaten başka yol yoktu. Yanlış olan, uyguladıkları projeydi. Bu proje, tıpkı önceki gibi, türdeş, yeknesak, dışlayıcı, biçimci ve saire bir proje.
Mevcut proje, 1920’lerde, hiç değilse zamanın ruhuna uygundu —Türkiye’nin varoluşunu oluşturan ne varsa hepsine tamamen savaş açmış olsa da… Bugün üstelik zamanın ruhuna da uygun değil ve siz bunu dile getirdiğinizde, “milli ve yerli değilsin”den başka bir tek laf bilmeyen bir ordu tarafından tekfir ediliyorsunuz.
Kolay gele…