Son Fasıl

Nursel Mazıcı adlı bir profesör, “ben şehit demem, insan derim” demiş diye namlunun ucuna yerleştirilmiş.

(Geçmiş zamanın rivayeti kipini kullanıyorum ama olaydan hiç haberdar olmadığımdan değil. Programı izlemedim, dolaylı yollardan haberdar oldum, önünü sonunu, bağlamını araştırmadım diye… Mesele beni hiç alakadar etmiyor. Çünkü —Mazıcı’nın hayatı, elbette, olup bitenden fena halde etkilenmiştir ama— Türkiye’nin gidişatı açısından herhangi bir yeni şey ihtiva etmiyor vaka.)

Sağlık Bakanlığı koltuğunu işgal eden zat da, “Geriye dönün birçok yazar, çizer takımı, siyasetçiler Allah razı olsun yüzde 99’u yanımızda duruyor ama yanımızda durmayan bazı reziller de var ayrı mesele. Geçen gün televizyonda birisi ‘ben şehit demem insan derim’ diyor. Tamam sen şehit demezsin, biz şehit deriz sen insan da değilsin yani. Böyle istisnalar dışında bugün herkes darbe girişiminin karşısında.” diye buyurmuş, eğer doğruysa (http://www.yeniakit.com.tr/haber/recep-akdag-da-prof-bozuntusuna-tepki-gosterdi-197835.html).

  1. Siz kimsiniz, yanınız neresi? Kimler orada duruyor? Beni o yüzde 99’dan saymayın, tamam mı?
  2. “Şehit demem, insan derim” demekle darbe girişiminin karşısında olmamak arasında nasıl bir alaka var, senin kafatasının içinde fazla yer olmadığından ikisinin yan yana durmak zorunda kalması dışında?
  3. Keser dönecek, sap dönecek, 15 Temmuz’daki rezilliği inşa etmiş olanların en çok destek almış olduklarından birinin sen olduğu er veya geç ortaya çıkacak diye korkudan üç buçuk attığın belli olmasın diye, sokağa döktüğünüz vahşilerin yaygarasına sırtını dayayıp böyle dayılanmaklar iyi de… Keser dönecek, sap dönecek, ne kadar rezil olduğun ortaya çıkacak. Sadece o kırmızı plakalı otomobili kaybetmekle kalmayacaksın.

***

Birileri, anladığım kadarıyla, “canım tamam Cemaati devlete yerleştirenler Erdoğan ve avanesi ama bunu tekrarlayıp durmanın, hatırlatıp durmanın bir faydası da yok” filan diyesiler… E evet.

Ama…

Bu haltı işlemiş olanlar, “ya biz bir halt yedik” deyip biraz mahcubiyet sergileseler, biraz utanmış gibi görünseler öyle. Yoksa, böyle, ardan bihaber, “MİT’i, Genelkurmay’ı bana bağlayın” filan diye üste çıkmaya kalkarlarsa, “ulan sen Başbakanlık koltuğunda otururken, MİT, Genelkurmay sana bağlıyken oldu bunlar” demek elzem. Her gün, her saat…

Şimdi kimin insan olduğuna karar verme salahiyetini hâlâ kendisinde görenlere de, “insan demek önce utanmak demektir, meydanlarda salladığınız kitap da öyle söylüyor” diye hatırlatmak gerekiyor. Her saat…

***

Beni bilen bilir, şahıslarla uğraşmayı, şahıslar üzerinden analiz yapmayı sevmem. Ama yapıyorum. Giderek daha sık yapıyorum. Her gün “artık yapmayacağım, bu mahlûkat kendisinden söz edilmesini, hatta kendilerine hakaret edilmesini bile hak etmiyorlar” diyorum kendi kendime. Ama olmuyor. İnsanlıktan zerre miskal nasibi olmayanlar başkalarının insanlığını tartma arsızlığı sergileyince…

***

Neyse…

Mevzumuza dönelim.

Ecevit KPSS denen şeyi icat ettiğinde, etrafımdaki neredeyse herkesle papaz olmuştum. Her tandanstan bir yığın kişiyle. Hemen hepsi mutabıktı ki, kayırma oluyordu. Kayırma kötüydü. Dolayısıyla KPSS iyiydi.

Açık açık söylüyorum, “Cemaat gün gelir KPSS’yi ele geçirir” gibi bir laf etmedim. Böyle bir şey aklıma bile gelmedi. Ama…

  1. Kayırma oluyor, zaten olur.
  2. Kayırma, prensip olarak kötüdür ama her prensip gibi bunun da istisnaları vardır. Mesela bir profesörün, kendi branşında kimin yükselmesi gerektiği konusundaki tercihi, eğer o şahıs kendi ailesinden filan biri değilse, çok kıymetli de olabilir.
  3. Kayırmanın ortadan kaldırılması için bir sınav yapmak, sınavların objektif seçim yaptığı varsayımına yaslanır ki, son derece yersiz, ispata muhtaç bir varsayımdır.
  4. Yukarıdaki ifadenin bir neticesi olarak, kayırma ortadan kalkınca, yerini otomatik olarak liyakatin alacağı, dolayısıyla da kurumların performansının yükseleceği inancı tamamen safsatadır. Aksine, kurum kültürü gibi bir yığın kritik gerçeklik gözden çıkarılmış olacak. Bu da kurumların iflasına yol açacak.
  5. Bütün bunların yanında, merkezileşmiş her şey, herhangi bir özne tarafından ele geçirilebilir ve dolayısıyla kayırma toptanlaşabilir.

Bunları söyledim, bana şiddetle karşı çıkanlardan “anlat, anlat, heyecanlı oluyor” edasıyla dinleyenlere kadar geniş bir yelpazeye yayılmış yüzlerce kişi şahidim. Akşam’da, 10 Temmuz 2012’de Ferrari’nin Askerlik Arkadaşı ve KPSS başlığıyla yazdığım yazıyı şöyle bitirmişim:

“KPSS gibi bir zırvalık yıllardır yapılıyor. Memleketin halleri hakkında bence kâfi bir gösterge. Ama daha anlamlı olanı, galiba, bunca yıl KPSS hakkında hiçbir ciddi tartışma olmaması, hiçbir ciddi itirazın dile getirilmemesi.

“Bu defa, nihayet KPSS’yle birlikte bir tartışmamız da oldu. Ama ne yazık ki, tartışma mevzuu da KPSS kadar zırva. KPSS marifetiyle yıllardır devlete kendi memurlarını yerleştirenler, aynı kapıdan benzer metotla girenlere suçüstü yaptılar. Bu fırsat KPSS hakkında düşünmek amacıyla değerlendirilebilir mi? Zor görünüyor. Ama belki KPSS’nin kaldırılmasına filan vesile olabilir. Ne diyeyim, benimki de zavallı bir ümit işte…

“Daha önce yazmıştım, KPSS Türklerin yoğurttan bile daha mühim bir icadı. Modernliğe yaptığımız yegâne katkı. Mesele şu ki, bizden başka kimse bu işe itibar etmiş değil. Neden etmediğini düşünsek kâfi.”

Daha önce, 25 Ağustos 2011’de CHP Nerede başlığıyla yazdığım bir yazının bir yerinde şöyle demişim:

“Elbette biliyorsunuz, âlem tamamen aşina desenlerden mamul değil. Hatta nadiren öyle. Ama beynin sol yarısı, iltiması engellemek gibi bir problemle karşılaştığında da, eski desenlerden en uygun gördüğünü uydurur, memleketin başına KPSS gibi bir belayı sarar mesela. KPSS’nin yol açtığı zırvalıklar da dert olmaz, çünkü beynin sol yarısı kendisinin sebep olduğu o nevzuhur zırvalıkları da hep aşina şeylere benzetir. Bizim adam olmayacağımız filan gibi bir neticeye varır… Ve rahatlar.”

Daha da önce, 15 Temmuz 2010’da, doğrudan doğruya KPSS üzerine Sağlama Yapmadan başlığıyla yazmışım:

“Allah göstermesin, evinizde bir yangın çıkar da itfaiyeciler müdahale etmeyi beceremezse, veya hastanızı emanet ettiğiniz hemşirelerden biri akla sığmaz beceriksizlikler sergilerse, aklınıza KPSS gelsin. Veya bankonun öte yanındaki memura basit talebinizi tarif edemediğinizde… Bugün Türkiye’nin devlet dairelerinin büyük bölümü, fiilen çökmüş durumda. Bu çöküşün muhtelif sebepleri var elbette ama en önemlilerinden biri, insanlar ile işleri eşleştirme işinin KPSS gibi ruhsuz bir mekanizmaya devredilmiş olması.

“Çok lafa lüzum yok, KPSS’yi uygulamakla görevli olan ÖSYM’nin başkanı Ünal Yarımağan’a kulak vermek kâfi. Yeni icat sınavlarla neredeyse her hafta sonu bir merkezi sınav yapılan ülkemizde, bir yığın sınav düzenlemek zorunda kalan kurumunun mevcut kadrosunun sayıca yetersiz kaldığından şikâyet ettikten sonra, KPSS’yle eleman almayı kabul edemeyeceklerini söylüyor. Neymiş, iki fazla soru çözdü diye birileri ÖSYM’ye alınamazmış. İşe alacakları kişinin ÖSYM’de çalışmaya uygun olup olmadığına karar vermeleri lazımmış.

“Siz işinizin itfaiyeye, hastanelere filan düşmemesi için dua edin, en iyisi.

“KPSS’yi icat edenler, bildiğim kadarıyla, kayırmayı ortadan kaldırmayı hedefliyorlardı. Makine gibi bir toplum için mekanik bir çözüm geliştirdiler. Yansız, objektif…

“Eh, tek derdimiz kayırma, kadrolaşma değil. Mesela partizanlıktan da müştekiyiz, öyle değil mi? O halde düzenleyelim bir MBSS. Mebusları, Bakanları da bir Mebus Bakan Seçme Sınavıyla seçelim. Yansız, objektif… Seçilecek olanlar bir partiye mensup olmayacaklarına göre, partizanlık da yapamazlar.

“MBSS sadece bir latife. Şimdi eski darbecilerin bir bölümü “bunu niye akıl edemedik” diye dizlerini dövüyor olabilir. Veya yeni birileri, sırf MBSS fikrini hayata geçirmek için darbe yapmaya bile heveslenebilir. Aman diyeyim, yeni bir sınav yapmak için boş hafta sonumuz yok. Üstelik eleman alamayan ÖSYM’nin de yeni bir sınav düzenlemeye takati yok. ÖSYM’ye KPSS’yle eleman alsanız, bu defa da o ÖSYM herhangi bir sınavın hakkından gelemez.

“Yukarıdakiler kadar önemli görünmüyor olabilir ama bir sebep daha var: Zaten MBSS’yle filan partizanlık önlenemez. KPSS kayırmayı, kadrolaşmayı sahiden önledi mi? Önleyebilir mi?

“KPSS’nin icadından kısa süre sonra, bir sınava hazırlama sektörü doğdu. Yüz binlerce kişi, bir yandan sınav harcı, öte yandan dershane parası derken, muhayyel bir iş için, bir yığın gerçek para harcamaya başladı. Böyle bir sistemde, başkalarından daha organize olan cemaatlerin, kendilerine yakın olanları sınava hazırlamak konusunda daha çok imkâna sahip oldukları aşikâr değil mi?

“Biz çocukken bir işlem yaptığımızda, sağlamasını da yapmamız gerekirdi. Gençlerle çalışırken, hemen hiçbir konuda sağlama yapmaya ihtiyaç duymadıklarını gözlüyorum. Şimdilerde, anladığım kadarıyla, çocuklara sağlama yapmak öğretilmiyor. Devletin sağlama yapmak gibi bir alışkanlığı olmaması da bundan mı acaba, diye aklıma gelmiyor değil.

“Yani KPSS gibi bir şey akıl etmiş, uygulamışsın. Ne yapmış olmuşsun? İş arayanlara ne yapmışsın, eleman arayanlara, kurumlara ne yapmışsın, bir bak artık değil mi? LES’ler, ALES’ler filan gibi yeni yeni sınavlar icat etmeden önce, eskileri sistemin dokusuna ne yapıyor bir bak.

“Neyse sizi böyle fani işlerle fazla meşgul etmeyeyim. Siz Anayasa değişikliği, referandum filan gibi mühim işlerinize dönün.”

Ve nihayet, daha da önce, 13 Temmuz 2010’da, Türklerin En Nadide İcadı başlığıyla şunları yazmışım:

“Memleketin, Anayasa değişikliği, referandum, Guiza filan gibi fevkalade mühim meseleleri var. Ama geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz ki, mühim meselelerimiz olmasaydı da KPSS gündemde bir yer bulamayacaktı. Üstelik, aylardır bu sınava hazırlanan ve geçtiğimiz hafta sonu salonlarda terleyen yüz binlerce aday bile bu hale içerliyor gibi görünmüyor.

“Anlaşılan o ki, KPSS’ye girenler, uzun süredir kendilerini en çok meşgul eden meseleyi bir memleket meselesi olarak görmüyorlar, her biri kendi meselesi olarak görüyor. “Anlaşılan o ki” diyorum, çünkü elimde gerçek bir veri yok. Çünkü, bildiğim kadarıyla KPSS’yi mesele edip, hakkında araştırma yapan filan olmadı.

“Anlaşılan o ki, sınava girsin girmesin, herkes için KPSS nezle gibi sıradan bir mevzu. Eğer siz de KPSS’yi herkesin başına en az bir defa gelen sıradan bir şey olarak görüyorsanız, yanılıyorsunuz. Sadece bizim başımıza geliyor. KPSS Türklerin bir icadı. 21. Yüzyılın başlarında insanlığa hediye ettiğimiz ama bizden başka kimsenin henüz taklit etmediği, aklı başında kimsenin de taklit etmeyeceği bir icat.

“KPSS sıradan bir mevzu değil ve üstelik sadece sınava girenlerin meselesi de değil. Memleket meselesi. Memleketin en mühim meselelerinden biri. Birçok sebeple öyle ve bu sebeplerin hepsi bu daracık köşeye sığmaz.

“Askerlik yaparken bir gece, yağmur demeyi hak etmeyecek kadar ince ve sinsi bir yağmurda iki saat nöbet tutmuştum. Yağmurun bu kadar incesine ve hissedilmezine hiç rastlamamıştım. Koğuşa döndüğümde, “donuma kadar ıslandım” tabirinin laf olsun diye kullanılmadığını artık biliyordum. İç çamaşırlarım bile, sanki çeşmenin altına tutulmuşlar gibi sırılsıklamdı. Nöbetten birkaç saat önce, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda, yemekhaneden kantine kırk metrelik mesafeyi koşarak gidip gelirken iyice ıslandığımda ise, hiç değilse iç çamaşırlarım kuru kalmıştı.

“Bizi mütemadiyen ıslatan, iliklerimize işleyen o sinsi rutubet gibi birçok şey var, KPSS de onlardan biri. Memleketin hali ve istikbali üzerinde, Anayasa değişikliğinden filan çok daha müessir olduğundan şüpheniz olmasın.

“Thatcher İngiltere’ye makas değiştirtirken, “herkes başkalarının gönüllü olarak bedelini ödeyebileceği bir şeyler üretmeli” filan gibi bir laf etmişti. Makul ve adil görünüyor. Ama görünüşe aldanmayın. Kendilerine yıllarca “uslu dur, diplomanı al, ücretli işini hazır edeceğiz” denmiş, mekteplerde zihnen ve ruhen işçileştirilmiş olan milyonlarca insana, iş işten geçtikten sonra böyle meydan okumak makul de değil, adil de değil.

“İnsanlar ile işlerin arasına KPSS gibi bir engel konduğunda, bir adalet yanılsaması yaratılmış oluyor. Başarısız olana, “başaramayan sensin” denmiş oluyor. Anlaşılan o ki işe yarıyor, bir işe giremeyenler, suçu kendilerinde buluyorlar. Hâlbuki iş kıt. Diyelim sekiz yüz küsur bin kişi sınava giriyor, sınav neticelerinin geçerli olduğu dönemde kaç kişi için yer açılacağı belli değil. Hiç açılmazsa… Teorik olarak o da mümkün yani.

“KPSS her yıl yüz binlerce başarısız, kendisini başarısız bulan insan üretiyor. Ne için? Muktedirler rahat etsin diye. Bu, kesinlikle akıllıca bir alışveriş değil. KPSS’de çıkan soruların doğru veya uygun olup olmadığının hiç önemi yok. Sınavın mevcudiyetini sorgulamamız lazım.”

***

“Görüyor musunuz ne kadar akıllı, ne kadar öngörülüyüm” filan deme derdinde değilim. (Öyleyim ama (!) onun üzerinde konuşmaya değmez.) Derdim şu: KPSS diye bir şey icat edilmiş. Hemen her kurum, birkaç yıl geçmeden nasıl bir musibete maruz kaldıklarını fark etmişler. Ama bırakın “kaldırsak mı acaba” tartışmalarını, “bu nasıl bir şey, bize ne yaptı” diye araştırmak bile akla gelmemiş.

Birinci soru şu: Neden? Neden kimsenin aklına gelmemiş?

İkinci soru ise şu: Böyle bir musibet vasıtasıyla kurumları çökertilmiş bir ülkede, ülkenin üniversiteleri, hemen her üniversitesinde bir adet mevcut olan İşletme Fakülteleri, KPSS’nin neler yapıyor olduğunu meraka değer bulmamış. Kurumları ve Üniversiteleri böyle olan bir ülkede ne olsun istiyorsunuz?

***

Neyse boş verin.

Bakan kimin insan olduğunu tayin etsin. Öteki üzerinden köprü geçirilecek başka su kaldı mı bir baksın. Hepsinin reisi —hastaya yanlış teşhis koymuş, yanlış tedavi uygulamış, ölümün kıyısına getirmiş zattan söz ediyorum— arsızca “her şeyi bana bağlayın, bak ben bir güzel tedavi edeceğim” deyip dursun.

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin