Sultan Süleyman Gibi Bir Galatasaray Başkanı
Sultan Süleyman Suriye’deki isyanı daha Manisa’dayken seziyor. Topların döküm teknolojisini kendisi akıl edip, savaşın stratejisini de masasının başında kendisi geliştiriyor. Matrakçıyı matrak oyununda yenmesini, göz kamaştırıcı mücevherler yapıp, can alıcı şiirler yazmasını saymıyorum. İlerleyen bölümlerde Sinan’a mimarlık, Bâki’ye şiir yazmayı öğrettiğini izlersek, şaşırmayacağız yani.
Besbelli, Muhteşem Yüzyıl’ın yapımcıları, bir kahraman yaratmaya çalışıyorlar. Ben ise acımaya başladım fukaraya. Onca kulunun arasında işe yarar bir âdem yok, her işe kendi akıl erdirmek zorunda. Hani iyi ki aşçıları filan iş görüyor anlaşılan, yoksa mutfağa girip saray ahalisinin karnını doyurmak da ona kalacak. Hürrem’le aşna fişneye vakit bulamayacak.
***
Durmadan böyle anlatıldı hikâyeler. Bu hikâyelerle büyüyen çocuklar, mesela Galatasaray’a başkan oldular. Stat açtılar. Töreni ağızlarına yüzlerine bulaştırdılar. Sonra basın toplantısı düzenleyip, şecaat arz ettiler, “çok iş vardı, her işe kendimiz koştuk, gece gündüz çalışmak zorunda kaldık, tören günü çok uykusuzduk” diyerek.
Hâlbuki sayın Polat aynı toplantıda kendisi söyledi yine, kendisine Canaydın öğretmiş, Galatasaray Başkanının işi protokolü üstlenmektir. Bulursun işleri takip edecek bir Adnan Polat, ikinci başkan yaparsın, sen tören günü zinde olursun. Başkansan, işin o çünkü. Böyle birini veya birilerini bul(a)mayacaksan da, İnternet anketlerini filan, “ama beni istiyorlardı” diye delil göstersen ne çare…
Hep böyle anlatıldı Süleymanlar. Bu hikâyelerle büyüyen çocuklar, mesela bakanlık, başbakanlık koltuklarına oturdular. Benzeri kimselerde olmayan en nadide fikirlere sahip olduklarından o koltuklara oturduklarını zannettiler. Koltuklarını hak ettiklerini gösterebilmek için, fikir üstüne fikir yumurtladılar. Bir fikri olan herkesin de koltuklarında gözü olduğunu düşündüler. Öyle ya, koltuğa oturmak için değilse, ne işe yarar fikir dediğin?
Bir yandan fikirlerini hayata geçirmek için gece gündüz çalıştılar. Bir yandan da fikri olan herkesi savuşturmak için savaştılar. Sahici fikir sahiplerini koltuklarından uzak tutmak için kendilerinden de uzak tuttular.
Hep böyle anlatıldı. Biraz da bu yüzden, memleketin her yanı bir akıl ve bin elden mamul kurumlarla doldu. Hâlbuki bize bin akıl ve bir koordinatörden mamul olanlar lazım.
***
Bir başka Süleyman hayal edin. Tophanesinde, daha uzun menzilli, daha güçlü ve üstelik de taşınabilir toplar dökmek için onlarca fikir yarışıyor. Tophane’de fikre kıymet verildiği bilindiğinden, sadece Osmanlı ülkelerinden değil Avrupa’nın orasından burasından da bir yığın akıllı adam kopup geliyor. Tartışıyor, deniyor, öğreniyorlar.
Sadece Tophanesi değil, her kurumu böyle olan bir Süleyman hayal edin. Sizce böyle bir Süleyman daha seksi değil mi? Daha seyirlik bir hikâye çıkmaz mı böyle bir Süleyman’dan? Anlaşılan, elim boşalınca benim de kendi Süleyman’ımı anlatacağım bir dizi yapmam gerekecek. Hem tarihi gerçekliğe daha sadık, hem çok daha sinematografik…
***
İyi şiir yazan Süleyman iyidir. Ama dünyanın en iyi şairlerinin, şiirlerini ilk duyan o olsun diye çırpındıkları bir Süleyman müthiştir. Hadi bunu memlekette siyasetçi geçinenler anlamıyor. Dizi yapımcısı nasıl anlamıyor, hayret yani…
Cemalettin N. TAŞCI