Biri bir video paylaşmış, Çin’den… Paylaşılan videonun kendisi daha çeşitli bir şey ama yüklemeyi beceremedim. Az çok şöyle bir şeydi. Sizinle paylaşmaya çalıştım ama başından sonuna izlemedim, izleyemedim. Zıplaya zıplaya baktığım karelerin hemen hepsi, midemi bulandırdı. Bir başkası videonun altına, “vay be ne disiplin, bu sayede pandeminin hakkından geliyorlar işte” diye yazmasa, aşağıda diyeceklerimi bambaşka
Güven yıllardır her mecrada yürüttüğü mücadelesini YouTube ortamına da taşımış. İkinci videonun sonlarına doğru Şirketokrasi adlı kitabı gösterdikten sonra Şakir Zümre, Nuri Külligil ve Vecihi Hürkuş isimlerini zikredip, “bizi bazı konularda engelleyen bir sistem”den söz etmiş. Ben bizi bazı konularda değil, her konuda engellemeye çalışan bir sistemden de söz edebilirim. Kinaye değil, gerçekten öyle düşünüyorum.
Daha ilk gençliğimde, şu birey olma hikâyesine kafam basmamıştı. O vakitler birey olmak matah bir şeydi. Şimdilerde işbirliğine yatkın olmak daha matah görünüyor galiba. Genellikle bireycilik ile işbirlikçilik (cooperation) de ayrık setler olarak ele alınıyor. Bence meseleleri tarif etmekten uzak kavramlar bunlar. Şehirliler deyip durduklarım mesela, daha mı birey? Veya işbirliğine daha mı yatkın? Kasabalılar?
Daha önce demiştim, Cem Karaca şarkılarına bayılırım. Ama hepsine değil, bazılarını sevmem. İçlerinde biri var ki, hiç katlanamam. Eğer metnin başka bir başlığı olaydı, itiraf edin, o katlanamadığım şarkının Tamirci Çırağı olabileceğine ihtimal veremezdiniz — Cem Karaca şarkıları arasında çok özel bir popülariteye sahip. Ama şimdi, “ulan neden olmasın, bu herifin sevmediği şarkı pekâlâ Tamirci
Dün gece Türkiye Kupasında Beşiktaş’ın misafiri Erzincanspor idi. Sunucunun söylediği kadarıyla, tribünlerde 1200’den çok Erzincanspor taraftarı vardı. Sahada 11 futbolcu, kulübede bir o kadar daha… Teknik heyeti ve diğer görevlileri de sayarsak, sahneleyen en fazla kırk kişiye mukabil seyreden 1200 kişi —televizyondan izleyen çok daha büyük kalabalıkları hesaba katmıyorum, dikkat ederseniz. Tribünlerdeki Erzincanspor taraftarlarının gönlünden
Uzun süredir, içimin kaldırmayacağı şeylere gözlerimi kapatıyorum. Bu hafta mesela, Fatih’te dört kardeşin intihar ettiği hadise hakkındaki haber başlıklarının altını hiç okumadım. Benzer şekilde Aksaray’da otistik çocuklarla ilgili haber başlıklarının altını da… Sırrı ilki hakkında değil ama ikincisi hakkında okumamı telkin etti. Bu sabah da, mide bulantımı bastırıp mesele hakkında malumat sahibi olma niyetiyle kaktım.
Gençken, kendilerine sosyalist diyen, kendilerini sosyalist olarak gören arkadaşlarımla yaptığımız, bugünden bakınca çok sığ görünen tartışmalarımızda beni teyakkuzda tutan en azından iki soru vardı: (a) İşçiler ve köylülerin kendileri için neyin iyi olduğunu bilmediklerini varsayarak yaptıklarımız, başkalarına, benim kendim için neyin iyi olduğunu bilmediğim varsayımıyla bana buyurma hakkını vermiyor mu ve (b) benim kendim için