Yavuz Adugit, T24’te Babil filmi üzerinden düşündüklerini paylaşmış. İyi yapmış. Şöyle başlıyor: “’Makamına’, ‘dergahına’ ulaşmaya çalışan insanı, ‘kendini beğenmiş’, ‘kibirli’ bulup rahatsız olan Tanrı, insanlar arasına aşılmaz bir tinsel mesafe koyar: bundan böyle aynı dili konuşamayacaklardır. İnsanlığın dili kurur, milletlerin dili dönmeye başlar. Babil efsanesi, mutlaklık iddiasında bulunan sözün egemenliğine hiçbir leke bulaşmasın diye, devreye
Çağımızda âlem hakkındaki yaygın kanaati özetlemeye çalışayım. Dünya, uçsuz bucaksız bir kâinatın ücra bir köşesinde mavi bir cennet. Cömert, müşfik, misafirperver, ahenkli bir yuva. Ve o cömert dünyanın bahşettiklerini adil bir biçimde üleşmeyi bir türlü beceremeyen, o ahenkli yuvanın ahengini bozan insanlar… Özetlediğim bu kanaat iki devasa yanlışı ihtiva ediyor içinde. Dünya öyle herkese istediğini
Her birimiz, her an, sayısız tehdide maruz kalıyoruz. Yabancı organizmalar muhtelif yollarla vücudumuza giriyor. Dertleri bizi öldürmek filan değil —zaten bizim hakkımızda bir fikirleri bile yok. Kendi hayatta kalma mücadelelerini veriyorlar. Ama bizim sağlığımız için tehdit oluşturuyorlar. Durmaksızın tekrarlanan olağan süreçlerde —mesela hücre kopyalamaların birçoğunda— hatalı işlem gerçekleşiyor. İlerlerse kansere yol açabilecek bir süreç başlıyor.