Nişanyan’ın YouTube’da yaptığı Pazar Söyleşileri deşifre edilip kitaplaştırılmaya başlamış. İyi olmuş. Ben şöyle anladım —daha önceden bildiklerime ilave bir şey değil ama daha önceden bildiklerimi teyit edip kristalize eden bir şey olarak. İnsanlık berbat bir istikamette yol alıyor. Hâlbuki eskiden ne güzel müzikler yapmışlar, ne katedraller inşa etmişler. Yirminci yüzyılla birlikte bir çoraklaşma ki sormayın
Alper Görmüş Sri Lanka’nın halini hatırlatmış. Yazısı “Hakiki bir akademimiz olsaydı Sri Lanka’ya mutlaka bakardı; fakat tabii ki bakmayacak” tespitiyle bitiyor. Hakiki bir akademi nasıl bir şey olurdu ve mevzua nasıl bakardı, bilemiyorum. Hakiki veya değil bir akademinin olmadığına da, Türkiye’de kimsenin —ne akademinin ve ne de başka herhangi bir öznenin— mevzuu, ciddiyetinin hakkını vererek
Çocukluğumun ilk yılları, Eskişehir’de, toprak evlerle bezeli mahallelerde geçti. Her bahar özenle kireçle badanalanan, pencerelerinde çiçekler bulundurulan evler, muhacirlerin evleri idi. Bundan altmış yıl önce, üzerinden onlarca yıl geçmiş mübadele marifetiyle birbirine temas etmek zorunda kalmış iki ayrı “kültür” arasındaki gerilimler hâlâ —bir biçimde— hissediliyordu. Bir taraf diğerini medeni olmamakla, ötekiler de berikileri gelip kendilerini
NYT’de Ezra Klein, Timothy Snyder ‘la bir söyleşi yapmış. Üzerine konuşulacak çok malzeme var da, şimdilik Snyder’in “geçerken” sorduğu bir sorunun kışkırttığı şeyler üzerine konuşalım. Sormuş, “günümüzü 1970’ten veya 1950’den veya 1890’dan farklı kılan ne” diye. Kendi cevabına göre, insanlar artık bugünkünden farklı gelecekler hayal etme kabiliyetine sahip görünmüyorlarmış. Enteresan bir tespit. Doğru bir tespit
Budur yani… Alper Görmüş, Don’t Look Up filminin en önemli vurgusunu keşfetmiş: “Evet, filmin en önemli vurgusu buydu bence: 21. Yüzyıl dünyasında -söz konusu olan kendi hayatları bile olsa- insanların dikkatini bir şeye çekmenin yolu, o şeyi bir yolunu bulup eğlenceli kılmaktan geçiyordu.” Yeni yılın bu ilk yazısı bir hayli uzun bir yazı olacak. Bazı
Alper Görmüş, kahpe dış güçlerin muhalefet söylemi olduğu yılları yazmış. İktidardı, muhalefetti, bir süreliğine unutun. Meselemiz dış güçler filan gibi mevzularla sınırlı da değil. Çok daha ciddi ve yaygın bir derdimiz var. Sadece bizim derdimiz de değil ilaveten, bütün dünyayı ırgalıyor. İnsanlık tarihi boyunca, muhtemelen bütün toplumlarda, manasız hikâyeler kulaktan kulağa yayıldı. Sonra teknoloji ilerledi,
Sanık sandalyesine oturtmaya çalıştığım kesimler hakkında fazlasıyla müsamahasız olduğum hissine kapılabilirsiniz. Öyle olmadığını iddia edecek, bunu da memleketin medya düzeni ile örneklendirecektim. Alper Görmüş, muhalefetin operasyon görünümlü Gara trajedisine gösterdiği reaksiyona altlık olsun diye 90’ların medya düzeninden bir hatıra paylaşmış. İlaç gibi geldi. Bence okumalısınız. Neymiş? Devletin musluklarına yanaşık parselleri kapmış olanlar akla sığmaz şımarıklıkları
Trump beklenenden çok oy almış, öyle diyorlar. Cümleyi tersten kurarsak, demek ki, hanımefendiler, beyefendiler, Trump’ın aldığı oydan çok daha azını alacağını beklemişler. Öyle olmayınca da… Son dönemde hep —her şey karşısında— yaptıkları gibi, fevkalade müteessir olmuş, hayal kırıklığına uğramışlar. Canlarım benim, kıyamam ben onlara… Trump ve benzerleri için ısrarla popülist tabirini kullanıyorlar. Adam, Hazine ve
1970’lerde bir roman okumuştum. ABD’de Başkan ölüyor, Başkan Yardımcısına —şimdi hatırlamadığım— bir şey oluyor, onun yerine Başkanlığa vekâlet etmesi gereken her kimse bir sebeple devre dışı kalıyor filan… Başkanlık siyahi bir yargıca kalıyordu. Romanın üslubu, pek de saklamaya ihtiyaç duymadan, ABD’de böyle katlanılmaz bir halin de ihtimal dâhilinde olduğunu, kazara işler böyle gelişirse ABD’de ne
12 Eylül —şu içinde yaşadığımız Türkiye şartlarını bir yana bırakırsak— başıma gelmiş en katlanılmaz şeydi, başlarken tespit edeyim. Bugünkü şartlara kırk yaş genç yakalansaydım nasıl hissederdim, onu da bilemiyorum. Neticede öznel değerlendirmeler yaptığımın, hepimizin öyle yaptığının, nesnellik diye bir şeyin mümkün olmadığının farkındayım. Esasen bugün yaşamakta olduğumuz her şeyin, öyle veya böyle 12 Eylül’ün çocukları,