Çocukluğumun ilk yılları, Eskişehir’de, toprak evlerle bezeli mahallelerde geçti. Her bahar özenle kireçle badanalanan, pencerelerinde çiçekler bulundurulan evler, muhacirlerin evleri idi. Bundan altmış yıl önce, üzerinden onlarca yıl geçmiş mübadele marifetiyle birbirine temas etmek zorunda kalmış iki ayrı “kültür” arasındaki gerilimler hâlâ —bir biçimde— hissediliyordu. Bir taraf diğerini medeni olmamakla, ötekiler de berikileri gelip kendilerini
Fikirlerinize güveniyor olsanız, onların aksini iddia edenleri susturmaya kalkar mısınız? Onlarla aynı platformda karşı kaşıya gelip çatır çatır tartışmaktan kaçar mısınız? Erdoğan, hatırladığım kadarıyla, kariyerinin en başında Baykal ile karşılıklı yaptığı bir program dışında, herhangi bir muarızıyla tartışmaya cesaret edemedi. Erdoğan’a yenilip durmayı itiyat haline getirmiş olanlara bunu hatırlattığımda, “adamdaki taktik dehaya bakar mısın, kendisini
ABD, Britanya, İtalya ve Fransa’da yapılan araştırmalar —kuzey ülkelerinde yapılanlara paralel olarak— konut fiyatları ile politik tercihler arasında bir korelasyon bulmuşlar. İlk tespit şöyle: Konut fiyatları her şehirde ve şehirlerin her bölgesinde aynı hızla değişmiyor. Mesela İstanbul’da ortalama konut fiyatları iki katına çıkarken, Malatya’da ancak bir buçuk katına çıkıyor gibi… Veya Nişantaşı’nda iki katı artarken
Farkındasınız, dünya dört bir yanından kaynıyor. Türkiye-Suriye sınırını saymıyorum, Hong Kong’dan Beyrut’a, Şili’den Irak’a, akla gelmeyecek yerlerde insanlar sokaklara döküldü. Demek ki, bir yerlerde düğmeye basıldı. Bildiğiniz düğmeye, bildiğiniz insanlar, bildiğiniz sebeplerle bir defa daha bastılar –konuşturmayın beni, başımı belaya sokmayın. Dünyanın dört bir yanında, her şey gül gibi giderken, halkının mutluluğu ve refahı için
ABD’de Trump, Britanya’da Johnson. Dünya nereye gidiyor? Hep birlikte nereye gidiyoruz? Yeni bir Hitler-Mussolini dönemi mi? Korkmalı mıyız? Endişelenmeli miyiz? Telaşlanmalı mıyız? Kendi hesabıma Trump’ı değil, Trump’a oy verip Beyaz Saray’a taşıyanları önemsiyor olduğumu biliyorsunuz. Johnson vakasında benzer bir durum da yok —onu Britanyalılar değil, çoğu benden bile yaşlı Muhafazakâr Parti delegeleri seçti, musallat etti
Alper Görmüş Serbestiyet’te laik nihilizm diye adlandırdığı ruh halinin gel-gitlerini özetlemiş. Türkiye’de belirli bir çevrenin temel belirleyeninin laikçilik olduğu tespitine itirazım yok. AKP’ye muhalif olanların altında toplanacakları başka bir bayrak açılmadığı/açılamadığı —açılmasına Baykal tarafından mani olunduğu— için, bütün muhalefetin laikçi hassasiyetlerin şemsiyesi altında tasnif edilmesine ise itirazım var. Türkiye’de laikçi olarak nitelenebilecek sosyoloji, dinci olarak
Daha önce mutlaka söz etmişimdir ama tekrarda bir mahzur yok. Çünkü neredeyse her gün Spielberg’in The Duel adlı, ilk uzun metraj filmini anıyorum. Bilmeyenler için hatırlatayım. Bir pazarlamacı sabah otomobiliyle çıkar. Yolda bir kamyoncu kendisini taciz eder. Önce bir mana veremez, hızlanarak kaçmaya çalışır, kamyoncu da hızlanır. Yavaşlayıp kamyonun uzaklaşmasını beklemeye yeltenir, kamyoncu az ileride
Önceki gün dedim ki, “Erdoğan’a inanıyorlar, dediklerine değil”. Aynı şey değil mi? Değil. Dediklerine inanıyor olsalar, o aynı lafları başkaları dediğinde de inanmaları lazım gelirdi. Dediklerine inansalar, neredeyse aynı gün içinde yüz seksen derece döndüğünde, Erdoğan’ın peşinden ayrılmış olurlardı. Hepimiz —siz, ben, Erdoğan, Erdoğan’dan nefret edenler, Erdoğan’a bayılanlar— biliyoruz ki, defalarca test ettik ki, hal