Dün demeye çalıştım ki, esas olan kimin, kiminle, nasıl etkileşim içinde olduğu, bu bağlantıların hangi muhteva üzerinden kurulduğu değil. Önceki gün Hasan Cemal, T24’te, Thatcher’la bir hatırasını anlattı. Çiller’in Yeniköy’deki yalısında Thatcher’a “Madam Thatcher, bu sözleriniz bana fazla milliyetçi geldi” demiş. O da “Genç adam, şunu iyi bil, milliyetçilik bu çağın gerçeğidir” diye cevap vermiş.
Britanya seçimleri bitti. Seçim neticelerinin Britanya’yı nereye doğru götüreceğini konuşmak için erken. Brexit’in gerçekleşeceğini öngörebiliriz ama o bile zannedildiği —Johnson’un seçmenlere vadettiği— kadar kolay olmayacak. Kaldı ki, tamamen spekülatif olarak diyebilirim ki, paralel olarak gelişen İskoç ayrılıkçılığı, Brexit’ten önce bile gerçekleşebilir. Meselemiz Britanya’nın nereye gideceği değil yani, bu seçimlerin özelde Britanya, genelde dünya hakkında bize
Britanya’da tuhaf bir seçime gidiliyor. Hatırlayacağınız gibi, Boris Johnson’un Brexit planını hayata geçirememesi yüzünden sistemin kilitlenmesi, bir erken seçimi zaruri hale getirmişti. Britanyalılar 12 Aralık’ta seçime gidecekler. Ama… Mesela BBC’nin sitesine girince, Prens Andrew’in cinsel istismar meselesi ve Londra Köprüsü saldırısı gibi hususların arasından seçime dair bir şeyler bulmak için umutsuzca aranmanız gerekiyor. Kazara partilerin
Gazete Duvar’daki tercümesine göre, Muhammed Ayyaş demiş ki, “İran İslam Cumhuriyeti, uzaydan gelmiş bir devlet değildir, kökleri yeryüzünün diğer ucundan çıkacak kadar eskidir. Ancak ABD’nin köklerine gelince, milyonlarca Kızılderili’yi nasıl katlettiği ve kolonyal işgalin yeryüzünün gördüğü en iğrenç biçimiyle kafataslarının üzerinde yükseldiği bilinmektedir.” Haklı mı? Haklı. İran ile ABD arasında bir taraf olma filan derdim
İrfan Özet’in Fatih Başakşehir’inde de görülüyor, Fatih’i Romanlardan arındırmak amacıyla gerçekleştirilen Sulukule’yi nezihleştirme projesi, Romanların kendilerine verilen uzaklardaki evleri satıp Fatih’e dönmeleriyle neticelendi. Ama artık Sulukule yoktu, nerdeyse bütün Fatih’e yayıldılar. Sulukule’de yaratılan rantı yiyenler yedi, Sulukule’nin manzarasından rahatsız olup göz zevki sebebiyle projeyi destekleyen Fatihliler Romanlarla kucak kucağa yaşama durumunda kaldı. Netflix belgeseli The
Göcek koylarında bir balıkçı motorundan etrafa baktığınızda dümdüz —genellikle kıpırtısız— bir deniz görüyorsunuz. Başınızı biraz kaldırdığınızda ise, hemen az ileride yemyeşil bir tepe. O tepenin ardından kendisini gösteren bir başka tepe. Onun ardında, daha uzakta, daha açık renkli bir tepe. Onun da ardında, daha açık renkte… Öyle gidiyor. Tecrübe eden biliyordur, etkileyici bir manzaradır. Giderek
Dünyanın geleceği hakkında iyimser olduğumu defalarca söylemiştim. Dün de, mealen, “Trumpların filan güç kazanmasına itibar etmeyin, geçecek bunlar” diyerek, kendimi tekrar etmiş oldum. İyi de karinem ne? Önce şu hususta mutabık kalmamız gerekiyor: Trump görünür bir şey. Trump’ın seçim kazanması da öyle. Ama benzer kolaylıkla görünmeyen çok şey var. Bir misal verecek olursak, kıtalar kolayca
Avrupa hakkında beni uzun süre idare edecek kanaatlerim daha yetmişlerin sonunda netleşmişti. Gidip gördüğüm yoktu ama “dünyanın merkezi batıya doğru seyahat etme itiyadında” filan gibi sloganların cilt kapağının içinde muhtelif aktüel malumat bir araya getirildiğinde, Avrupa’yı ciddiye almamak, Avrupa hakkında mesai harcamamak için kâfi sebep hâsıl oluyordu. O muhtelif aktüel malumat hususunda da hiç kıtlık
Murat Belge T24’te İngiliz arkadaşıyla yaptığı sohbet üzerinden, Brexit meselesinin İngiltere’yi nasıl böldüğünü anlatmış. Mesuliyeti de popülist politikacılara yıkmış: “Popülizmin uyguladığı yöntem, uygulayanın kazanmasına ne kadar yardımcı oluyorsa, yani ne kadar başarılıysa, toplumun bölünmesini de o kadar başarıyla gerçekleştiriyor.” Bence meseleyi böyle formüle etmekte iki sıkıntı var. Birincisi, Brexit meselesi İngiltere’yi —veya diğer meseleler mesela
ABD’de, Colin Kaepernick adlı Amerikan Futbolu yıldızı, Trump’ın seçildiği seçimlerden çok önce, milli marş çalınırken diz çökerek protesto etmeye başlamıştı. Çok ses getirmeyen bu eylem, Trump kampanya sırasında, Amerikan futbol takımlarının sahiplerine, “bu oyuncuları ne zaman kovacaksınız, kovan milli kahraman olur” gibilerden gürlediğinde gündeme oturmuş ve yaygınlaşmıştı. ABD’nin en muhafazakâr eyaletlerinden olan Texas’ta Demokrat aday