Darwin Avustralya ziyaretinden sonra, “Avrupalıların ayak bastığı her yerde ölüm yerlileri kovalıyor” demişti. Ne kadar soylu bir tespit. Neden öyle oluyordu? Tasmanya misaline bakalım. Uzunca bir süre boyunca Avrupalıların pek ilgisini çekmemiş gibi görünüyor. 1642’de keşfedilmiş olmasına rağmen, ilk beyaz yerleşimleri ancak izleyen yüzyılın sonlarında gerçekleşiyor. Anlaşıldığı kadarıyla o dönemde adada, binlerle ifade edilen yerli
Berktay Osmanlı’nın modern sayılıp sayılamayacağı sorusunu fırsat bilip, tarihçilerin Avrupa merkezli yaklaşımlarının tarihini eleştirmeye soyundu (bağlantı bugüne kadarki son yazıya, devamı olacak mı, bilmiyorum). İyi yaptı. Biz tarihçilerin yaklaşımının tarihi hakkında bir şeyler öğrendik ama esasen Berktay hakkında zaten biliyor olduğumu düşündüğüm şeyleri teyit etti. Şöyle olmuş anladığım kadarıyla. Avrupa bir şeyler başarmış, zenginleşmiş. O
Önceki gün Kristof’un NYT’de yazdığı yazıyı paylaşmıştım. Dün yazının dilinin imalarını yazdım. Bugün ise yazının muhtevasına bakalım. Dünyada ve Türkiye’de yoksulluk var mı? Var. Mesela geçtiğimiz aylarda siyanürle intihar eden dört kardeş, yoksulluk yüzünden karar verdiler bu yürek burkan işe. İyi ama… Onları intihar etmeye sevk eden şartlar, bundan yüz yıl önce, zengin toplumlarda bile
Muhakkak biliyorsunuz Friends diye bir dizi var. İzlemedim. Netflix yeniden dolaşıma soktuğunda da izlemedim. 14 yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl Netflix’te yeniden gösterime girdiğinde, dizi, yoğun tartışmalara sebep olmuş. Diziyle yeni tanışan nesil, diziyi fena halde biçimsiz bulmuş. Cinsiyetçi, insanların kilolarıyla alay eden esprilerden rahatsız olmuşlar. İnsanoğlunun hangi istikamette değişiyor olduğuna dair bir yığın ipucu
Türkiye’nin Cumhurbaşkanının başkanlığındaki heyet, Ankara’da ABD Başkan Yardımcısının başkanlığındaki heyetle müzakerelerde bulunup bir mutabakata varıyor. Müzakere edilen mevzu Suriye’de geçiyor. Mevzuun tarafları TSK ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu denen tuhaf oluşum ile Suriye Kürtleri. Bütün bu olup biteni normal karşılıyorsanız, “kim kazandı, kim kaybetti” veya “kim daha az kaybetti” diye düşünmeye geçiyorsanız, “bundan sonra
Nişanyan sebep kavramının zaman içindeki değişiminin peşine düşmüş. Bence ufuk açıcı. Bildiğim şeyler değil ama hissettiklerime uymuş gibi geldi Nişanyan’ın dedikleri. Sabah erkenden kalkıp, teşkilatlanıp ormana gidip geyiği vurmazsan açsın. Ama eğer ormanda geyikler olmasaydı, doğurup durmasalardı, istediğin kadar hazırlan, teçhizat kuşan, nafile. Karnını doyurabilmenin sebebi sen değilsin, senin hazırlıkların değil yani. Eğer Gediz’den kanal
Şimdi mesela, Foucault ancak Fransa’dan çıkabilirdi. Tıpkı Braudel’in de ancak Fransa’dan çıkabileceği gibi… Ve —bana kalırsa— “Foucault’un ancak Fransa’dan çıkabileceği” tespiti, çok Foucaultcu bir tespit. Ama Foucault bu tespiti işitseydi, muhtemelen itiraz ederdi. Neden itiraz ederdi? Tam olarak ifade edebilecek miyim derdimi bilmem ama… Modernliğin, modernliği imal edenlerin “ortak özellikleri”ne ziyadesiyle odaklanmıştı, aralarındaki farklara ise