Adam bir dizi yaptı, herkes üzerine konuşuyor. Gazete Duvar’da Fırat Mollaer de yazmış mesela. Anladığım kadarıyla, kültürelcilikle meselelere yaklaşmanın doğru olmadığını, sınıfsallığı unutmamamız gerektiğini söylemiş. Ve sonra şöyle bitirmiş yazısını: “O zaman bu resim kime hizmet eder? Tekno-muhafazakârlığın kapitalist HES projelerine karşı mekânlarını savunan köylüler bu büyük resimde anlatılan mahallenin neresinde dururlar? En temel insan
Celal’le yaptığımız videoların sonuncusunun altına, Ali Dikkat adlı bir izleyici “Hoca odtü zamanlarında günyüzüne çıkan hasletlerini köreltememiş” diye yorum yapmış. Ne kastettiğini tamamen yanlış anlamış olabilirim ama ODTÜ ile sosyalistlik arasında bir korelasyon kurduğunu, “temel gelir haktır” dediğimde de o ODTÜ’lülüğün bende depreştiğini düşündüğünü vehmettim. Eğer ben yanlış anlamamışsam, bizi izleyen Sayın Dikkat beni tamamen
Google, anladığım kadarıyla sadece Türkiye’ye yönelik olmak üzere bir sınırlama kararı vermiş. Ekşi Sözlük’te mevzu ile alakalı olarak başlıklar açılmış. Yazılanları okuyorsunuz ve… Mevzuun ne olduğunu anlayamasanız da, Türkiye’nin nasıl bir halde olduğunu anlayabiliyorsunuz. Uğur Mumcu, malumat sahibi olmadan fikir sahibi olmak deyimini meşhur etmişti. Yaşıyor olsa ve sözünü ettiğim girdileri okusa, hepsinin yazarlarına parmak
Uzun süredir biliyoruz, sadece gelir dağılımı bozulmakla kalmıyor, gelir dağılımı bozukluğunun karakteri bozuluyor. Biz gençken toplumları, gelirden aldıkları paya göre yüzde yirmilik dilimler halinde böldüğümüzde anlamlı bir fotoğraf elde edebiliyorduk. Şimdi? Bahadır Özgür toplumu yüzde beşlik dilimlere böldüğünde bulduğu neticenin benzerini, bence yüzde birlik dilimlere bölse yine bulacak. Belki binde birlik dilimlere bölse… Yine. Çok
Ekşi Sözlük’te, hekim olduğu anlaşılan bir yazar, benim için “intihar hakkında yazsa da adem-i merkeziyetçiliğinin sınırlarını öğrensek” demiş. Derde deva olacağını zannetmesem de, boğucu ve manasız gündemin dışına kendimizi atmak için bir vesile olarak değerlendireyim bu meydan okumayı. İntihar hakkında yazamam. Çünkü intihar, bence, ancak felsefenin konusu olabilir. Ben ise felsefe ile kısa süreli beraberliğimi
Haşim Kılıç sert konuşmuş. Başlamadan tespit edeyim, Haşim Kılıç hakkında kanaatimi… Kendisiyle üç saat yan yana seyahat etmeyi isteyebileceğim biri değil. Ama… Haşim Kılıç’ın ettiği lafları okurken, “şimdi sosyal medyada ne biçim linçe uğramıştır” diye aklımdan geçerken, kendisinden çok onu linç edenlerin akıllarına acıyacağımı da biliyordum. Malum, AKP’nin kapatılma davasında kullandığı reyle kapatılmaya mani olmuştu.
Anlattığı fıkrayı açıklamak zorunda kalan biri gibi görüneceğim ama… Dün dile getirmeye çalıştığım şeyin özü şu: İdeoloji, felsefe, anlayış filan hepsi mühim olabilir ama bir yere kadar. Fenerbahçe’nin —veya başka herhangi bir takımın— performansının, kahvehane köşelerinde ve/veya televizyon ekranları karşısında konuşulup duran sistem, Fenerbahçe kimliği gibi hususlarla münasebeti neredeyse sıfır. Gerçeklik, sırasını beklemeden sağanak halinde
“Enflasyonla Topyekûn Mücadele” deyip esnafa ve sanayiciye “fiyatları yüzde on düşürün n’olur, hiç değilse yılbaşına kadar” diye yalvardıklarında, kendi kendime “yılbaşından sonrasına dair ne gibi bir hesapları var acaba” diye düşünmüştüm. Kendi kendime düşündüğümü, fıtratım icabı, sağda solda da paylaşmıştım. Bir tuhaflık vardı, yılbaşından üç ay sonra seçim vardı ve 2018 sonunda pir aşkına baskılanan
17-18 yaşlarında olmalıyım. Ankara Kızılay’daki Gökdelen’in zemin katındaki postanenin gişesinin önünde sıra bekliyorum. Önümdekinin önündeki işini bitirdi, ayrıldı. Gişedeki memur sıradaki kavruk adama baktı, kafasını kaldırıp bana “buyurun” dedi. Şaşırdım, “sıra beyefendide” dedim. Memur “kuyruk uzun, ne istiyorsun söyle” diye üsteledi. Normal şartlar altında —yani mesai saatleri dâhilinde— pek o kadar sabırlı değilim, saygısızlığa orantılı