Adam —adı mühim değil— diyor ki mealen, imalat bandının icadıyla vasıflı işgücünün değeri düşmüş. Başkalarının yapamadığı şeyleri yapabilen “becerikli” insanların işlerini herhangi bir vasfı olmayanlar da yapabilir olunca, işgücünün sermaye karşısındaki pazarlık gücü azalmış. İma o ki, bugün yaşadığımız musibetlerin pek çoğu bu sebepten kaynaklanmış. Tespitler doğru mu? Doğru. Ama adam tarihçi. Madalyonun öteki yüzünü
Herhalde otuz yıl olmuştur, ani bir aydınlanmayla fark ettim ki, girdiğim hemen her tartışmada muhataplarım ile aramdaki anlaşmazlığın zemininde bir kavramlaştırma farkı yatıyor. Mevzu ister futbol, ister sosyoloji, ister siyaset, ister ekonomi olsun, muhataplarım genel olarak hal üzerine konuşuyorlar. Ben ise her şeyi bir “oluş” halinde görüyorum. “Akış” halinde… Filanca maçın neticesi beni çok ilgilendirmiyor,
Son birkaç günde herkesin Afganistan’ı ne kadar iyi bildiğini gördük. Hepimiz Afganistan hakkında ziyadesiyle ziyalandık. Herkes kendisini doğrulayacak teferruatı gördü. Kimisi işgalcilere karşı direnen yerli unsurların zaferini, kimisi müstesna Batı medeniyetinden nasiplenemeyen halkların akıbetini, kimisi kapitalizmin bilmem kaçıncı iflasını, başkası İslami fanatizmin kadınlara yaptıklarını… Net toplamda, Perinçek veya Boynukalın gibi soytarılar hariç hemen herkesin yüreği
Adam bir dizi yaptı, herkes üzerine konuşuyor. Gazete Duvar’da Fırat Mollaer de yazmış mesela. Anladığım kadarıyla, kültürelcilikle meselelere yaklaşmanın doğru olmadığını, sınıfsallığı unutmamamız gerektiğini söylemiş. Ve sonra şöyle bitirmiş yazısını: “O zaman bu resim kime hizmet eder? Tekno-muhafazakârlığın kapitalist HES projelerine karşı mekânlarını savunan köylüler bu büyük resimde anlatılan mahallenin neresinde dururlar? En temel insan
Halimize dair enteresan bir yazı var bağlantıda. Bir yandan, “ahlakçı sol” dediği bir öznenin zorbalığı hakkında mesela, vurucu tespitlerde bulunuyor Fisher ve böylelikle bünyenin güncel bir tomografisini çekiyor. Öte yandan, güncel epikrizi bir kenara koyup, antika bir reçete yazıyor. Yazının neredeyse her paragrafı didiklenmeye değer. Ama öyle yapsam iş çok uzayacak, daha kestirmeden gitmeye çalışayım.
Mutlaka işittiniz, geçenlerde bilgisayar oyunları üreten bir Türk firması —Peak— 1,8 milyar dolara el değiştirdi. Teferruatı es geçersek, kaba değerlerle kaba bir hesap yaparsak, yaklaşık yüz kişinin çalıştığı bir firma, diyelim on yılda, demek ki bin insan-yıllık emeğin neticesinde, 1,8 milyar dolarlık bir değer üretmiş. Demek ki bir insan-yıllık emeğin artı değerinin, kabaca, 1,8 milyon
Celal’le yaptığımız videoların sonuncusunun altına, Ali Dikkat adlı bir izleyici “Hoca odtü zamanlarında günyüzüne çıkan hasletlerini köreltememiş” diye yorum yapmış. Ne kastettiğini tamamen yanlış anlamış olabilirim ama ODTÜ ile sosyalistlik arasında bir korelasyon kurduğunu, “temel gelir haktır” dediğimde de o ODTÜ’lülüğün bende depreştiğini düşündüğünü vehmettim. Eğer ben yanlış anlamamışsam, bizi izleyen Sayın Dikkat beni tamamen
Gazete Duvar, John Gray’in kriz sonrasına dair düşüncelerinin tercümesine yer vermiş. Başlığa da, “bu kriz tarihte bir dönüm noktasıdır” ibaresini çıkarmışlar. Bu vesileyle ve Gray’in yazısını karşıma alarak, pandemi sonrasına dair düşüncelerimi biçimlendirmeye çalışayım. Öncelikle söylemek gerekiyor ki, tarihte bir dönüm noktası tespitine katılıyorum. Ama dönüm noktasına pandemiyle gelmiş değiliz. Pandeminin kendisi —yani sebep olduğu
Son dönemde tartışıp durduğum mevzular için şahane bir misalle, bugün Gazete Duvar’da, Şenol Sırma’nın yazısında karşılaşıyoruz. Sosyalist olduğunu hissettiğimiz Sırma bir yerde diyor ki… “Temel gelir kavramı, bir toplumda yaşayan bütün insanlara, çalışma hayatındaki bugünkü veya geçmişteki yerlerinden bağımsız olarak, sadece toplumun bir ferdi oldukları için, koşulsuz olarak sağlanan nakit geliri ifade eder. Kavramın yansıttığı
Virüs dalgasının çarptığı anda pek üzerinde durulmasa da, aradan geçen süre içinde, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı neredeyse herkes tarafından idrak edildi gibi duruyor. Herkes? Pek sayılmaz. İşkilli Süleyman ve patronu mesela, patronun damadı mesela, kırılan vazonun parçalarını toplayıp restore edebileceklerini düşünüyorlarmış gibi davranıyorlar —düşünmek fiili de kendisini bu cümlede kullandığım için bana hesap