Bregman’ın Çoğu İnsan İyidir kitabı, son dönemde içimi en çok ferahlatan şey oldu. Hakkında söyleyeceğim çok şey var. Ama önce eleştirilerimi dile getireyim. Üçü küçük —bağlamı zedelemeyen— biri ise metodolojik olarak önemsediğim dört hususta itirazlarım var. Birincisi… İnsanlığın avcı-toplayıcı dönemine dair romantik güzellemeleri fazlasıyla mesnetsiz —ve lüzumsuz— buldum. Avcı-toplayıcı döneme dair duvar resimlerinde savaş sahneleri
Deniz —kızımın annesi— bir Yönetim Kongresine kurumsallaşma hakkında aykırı bir perspektif getiren, “Napolyon Orduları Kurumsallaşabilir miydi” adlı bir bildiriyle katılmıştı. Camiada kurumsallaşma kavramı baskın bir moda halini almıştı ve kendisi de göreceği reaksiyonu merak ediyordu. Döndüğünde gülerek anlatmıştı, bir tek ciddi itiraz gelmiş salondan. Bir profesör, “vay nasıl olur da Atatürk orduları varken Napolyon orduları
Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine asistan olduğumda dikkatimi ilk çeken şeylerden biri, Akademinin telefon rehberinde aynı soyadını taşıyan insanların çokluğu idi. Çok geçmeden öğrendim ki, Büyükerşen, personelin kuruma bağlılığını pekiştirmek amacıyla, herhangi bir pozisyon doğduğunda, personelin yakınlarına öncelik veriyordu. Bu metotla, yetiştirdiği elemanların başka kurumlara kaçışını da zorlaştırmayı amaçlıyordu. Çok geçmeden öğrendim ki Endüstri
İşbu virüs tehdidi ortadan kalktığında, Çin kazanmış olacakmış. Doğu Asya’nın otoriter rejimlerinin performansı, dünyada demokrasinin gerilemesine zemin oluşturacak, gözetim toplumlarının önünü açacakmış. Avrupa ve ABD nasıl çuvallamış ama… Filan. İçinde yaşadığımız gerilim Çin-ABD veya Çin-AB meselesi değil. Doğu Asya-Batı Avrupa meselesi de değil. Demokrasi-otoriterlik meselesi hiç değil. Bütün bunlar, bana kalırsa, virüs öncesine dair kavramlaştırmalar.
Dünyaya bakarken istihdam ettiğim ve burada sergilemeye çalıştığım kavrayışın bir özelliği/orijinalliği varsa, o da, “tarihi, Erdoğanlar, Trumplar yazmıyor, oksitosin konsantrasyonu ve dağılımı gibi şeyler yazıyor” diye özetlenebilir —daha önce başka kelimelerle söyledim, şimdi de bu kelimelerle sembolize etmeye çalışıyorum, vurgulamak gerekiyor mu, bilemedim. “Belirleyici olan maddi şartlardır” ifadesinden benim anladığım budur, böyle şeylerdir. “Erdoğan hepten
Netflix’te Babies adlı bir belgesel var. İlk bölümde, Anne Rifkin-Graboi adlı bir bilim kadını, ebeveynlik tarzları ile bebeğin gelişimi arasındaki ilişki üzerine yaptığı çalışmaya değiniyor. Çalışmayı değerlendirebilecek kadar malumatım yok ama bir yerde bilim kadınımız şöyle diyor: “Bir ebeveyn ilgili ve duyarlı olduğunda, bebek dünyanın güvenli bir yer olduğunu öğrenir ve böylece çevresini keşfetmeye vakti
Önceki gün Kristof’un NYT’de yazdığı yazıyı paylaşmıştım. Dün yazının dilinin imalarını yazdım. Bugün ise yazının muhtevasına bakalım. Dünyada ve Türkiye’de yoksulluk var mı? Var. Mesela geçtiğimiz aylarda siyanürle intihar eden dört kardeş, yoksulluk yüzünden karar verdiler bu yürek burkan işe. İyi ama… Onları intihar etmeye sevk eden şartlar, bundan yüz yıl önce, zengin toplumlarda bile
Science’da geçenlerde yayınlanan bir makale, Katolikliğin Avrupa’da yayılması ile toplumların bugünkü gelişmişlik seviyeleri arasında bir ilişki kurmuş. Yok, öyle bir yanda Katolikliğin haritası, yanında gelişmişlik haritası ve… Korelasyondan nedensellik çıkarmak gibi bir şey değil. Özetleyecek olursak, 500 yılı civarında Katolik kilisesi aile içi evlenmeyi ve çok eşliliği yasaklamış. Bu da, erkekleri daha uzaklarda, tanıdık olmayan
Yıldıray Oğur 2004’teki hızlandırılmış tren kazasının soruşturmasının serencamı üzerinden, yerli ve milli iktidarımızın iş yapış tarzını özetlemiş (http://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/sorusturmanin-sonucu-tespit-edilememistir-8674). “Bunlar satılmış, gayrımilli, vatandaşın zamanına saygıları yok, biiiz, trenleri hızlandırırız bi güzel” deyip yola çıkarsın, tren raydan çıkınca üç beş garibana faturayı çıkarır… Mevcut iktidarımız, dünyayı Con Ahmet’in devridaim makinesi gibi görüyor. Trenlerin hızlandırılması, petrol bulunması, otomobil
Yeğenim, “güven duygusunun evrimi” üzerine yapılmış bir simülasyonu paylaştı (https://ncase.me/trust/). (Türkçe versiyonuna https://osaatcioglu.github.io/trust/ adresinden ulaşılabiliyor.) Netice olarak, tek başımıza dünyaya karşı tek atımlık barutumuzla savaşmıyor olduğumuz, sürekli/tekrarlı ilişkiler içinde yaşadığımız, nasıl davranacak olduğumuzu “öğrendiğimiz, öğreniyor olduğumuz” bir dünyada, eğer kazan-kazan imkânları varsa ve yanlış anlama ihtimalleri düşükse… “Halamın bıyıkları olsaydı” gibi geliyor kulağa ama öyle