Mutlaka işittiniz, geçenlerde bilgisayar oyunları üreten bir Türk firması —Peak— 1,8 milyar dolara el değiştirdi. Teferruatı es geçersek, kaba değerlerle kaba bir hesap yaparsak, yaklaşık yüz kişinin çalıştığı bir firma, diyelim on yılda, demek ki bin insan-yıllık emeğin neticesinde, 1,8 milyar dolarlık bir değer üretmiş. Demek ki bir insan-yıllık emeğin artı değerinin, kabaca, 1,8 milyon
Son dönemde tartışıp durduğum mevzular için şahane bir misalle, bugün Gazete Duvar’da, Şenol Sırma’nın yazısında karşılaşıyoruz. Sosyalist olduğunu hissettiğimiz Sırma bir yerde diyor ki… “Temel gelir kavramı, bir toplumda yaşayan bütün insanlara, çalışma hayatındaki bugünkü veya geçmişteki yerlerinden bağımsız olarak, sadece toplumun bir ferdi oldukları için, koşulsuz olarak sağlanan nakit geliri ifade eder. Kavramın yansıttığı
Galileo, anlaşılan o ki, Vatikan içindeki bir siyasi mücadelede yanlış tarafı tutmuştu. Daha doğrusu, kimin kazanacağı baştan belli olmayan mücadelede Galileo’nun tuttuğu taraf kaybetmişti. Tabiatıyla da, Galileo ile yeni Papa arasında bir güvensizlik iklimi oluşmuştu. Galileo, kendisine verilen hafif cezayla yetinilmeyeceğinden korktuğu için tuhaf işler yapmış, o işler Papa’nın güvensizliğini beslemiş, tavrını sertleştirmesine yol açmış,
Dün demeye çalıştım ki, esas olan kimin, kiminle, nasıl etkileşim içinde olduğu, bu bağlantıların hangi muhteva üzerinden kurulduğu değil. Önceki gün Hasan Cemal, T24’te, Thatcher’la bir hatırasını anlattı. Çiller’in Yeniköy’deki yalısında Thatcher’a “Madam Thatcher, bu sözleriniz bana fazla milliyetçi geldi” demiş. O da “Genç adam, şunu iyi bil, milliyetçilik bu çağın gerçeğidir” diye cevap vermiş.
Dün gece Türkiye Kupasında Beşiktaş’ın misafiri Erzincanspor idi. Sunucunun söylediği kadarıyla, tribünlerde 1200’den çok Erzincanspor taraftarı vardı. Sahada 11 futbolcu, kulübede bir o kadar daha… Teknik heyeti ve diğer görevlileri de sayarsak, sahneleyen en fazla kırk kişiye mukabil seyreden 1200 kişi —televizyondan izleyen çok daha büyük kalabalıkları hesaba katmıyorum, dikkat ederseniz. Tribünlerdeki Erzincanspor taraftarlarının gönlünden
Netflix‘te dört bölümlük bir belgesel var: Unnatural Selection (yani doğal olmayan seleksiyon). Neden doğal değil, ona sonra gelelim. Önce belgeselin muhtevasının dışında kalan üslubu ve yaklaşımı gibi mevzuları eşeleyeyim. Bir vakittir belgeseller böyle, bilgi veriyorlar ama ders vermiyorlar. Hayatında izlediği ilk belgesel BBC’nin yaptığı Televizyon olan benim gibiler için arada kat edilen mesafe manidar. Düşünün
Dün dedim ki mealen, performansı, performans beklentisini, bir şeyleri performansa endekslemeyi kim kaybetmiş de biz bulmuşuz? Burada işler, uzun süredir, “ne performansı kardeşim, ben o işi bizim oğlana yaptırıverdim, pekâlâ oldu” güzergâhından yol alıyor. Bir de… “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer” güzergâhı var, unutmak olmaz. Aktüel bir misal üzerinden de görebiliriz/görüyoruz. Önce giriş. Daha önce, yeri
Son dönemde büyük bir zevkle okuduğum isimlerin başında Kemal Can geliyor. Bende hiç olmayan çok şey onda var —mesela derdini tasarruflu bir biçimde ifade kabiliyeti, derli toplu bir kavramlaştırma ve saire… Dünkü yazısını ise muazzam bir şaşkınlıkla okudum. Bir noktasında “Hayatın pek çok alanında olduğu gibi siyaset de, yaşamak da bir performans meselesine dönüşmüş durumda”
Uzun süredir, içimin kaldırmayacağı şeylere gözlerimi kapatıyorum. Bu hafta mesela, Fatih’te dört kardeşin intihar ettiği hadise hakkındaki haber başlıklarının altını hiç okumadım. Benzer şekilde Aksaray’da otistik çocuklarla ilgili haber başlıklarının altını da… Sırrı ilki hakkında değil ama ikincisi hakkında okumamı telkin etti. Bu sabah da, mide bulantımı bastırıp mesele hakkında malumat sahibi olma niyetiyle kaktım.
Geçen hafta Gazete Duvar’da Grand Korçi imzasıyla bir yazı yayınlandı. Beyoğlu’ndan kovulanlara ilave olarak “İstanbul metropolünün yoz taşralarına sıkışmış kitleler” de, artık bir Akbil mesafesinde olan Kadıköy’e hücum edince… Kadıköy için kıyamet. Hemen akabinde Barış Özkul Birikim’de, Korçi’nin yazısını hedef alan bir yazı yazdı. İki yazıyı da “lazım olacaklar” diyerek bir kenara iliştirmiştim. Böyle yığınla