Adamın biri bir kadını boğazını keserek öldürdükten sonra yakmış… Neyse, içim kaldırmayacak, teferruatını zaten benim bildiğimden daha iyi biliyorsunuzdur. Bir başka erkek, “kadınlar neden kendilerine şiddet uygulayabilecek erkekleri tercih ediyorlar, araştırmaya değer” gibi bir tweet atmış. Ekşi’de biri o tweeti paylaşmış. Kendilerinin bütün kadınlar adına söz söylemeye yetkili olduğundan zerre kadar şüphesi olmayan —esasen şüphe
Eğitim —malumunuz— fiilen çökmüş durumda. “Eğitim” derken, hani şu çocukların sabah gidip öğleden sonra döndükleri okulları ve orada yürütülüyordu olan faaliyetleri kastediyorum. O faaliyetlerin eğitim diye adlandırılması ne kadar doğruydu, bahsi diğer. Daha doğru bir deyişle, demek ki, adına eğitim diye geldiğimiz ve ne üretmesi gerektiği hususunda az çok mutabık kalsak da onu üretmediğini hepimizin
Halimize dair enteresan bir yazı var bağlantıda. Bir yandan, “ahlakçı sol” dediği bir öznenin zorbalığı hakkında mesela, vurucu tespitlerde bulunuyor Fisher ve böylelikle bünyenin güncel bir tomografisini çekiyor. Öte yandan, güncel epikrizi bir kenara koyup, antika bir reçete yazıyor. Yazının neredeyse her paragrafı didiklenmeye değer. Ama öyle yapsam iş çok uzayacak, daha kestirmeden gitmeye çalışayım.
Daha önce yazmıştım, toplumlarda undo imkânı yok, yaşanmış olan yaşanmamış gibi yapılamaz. Ayasofya’yı ibadete kapatmak bir nevi undo idi. “Aslında hâlâ cami idi, tapu kaydında da öyle yazıyordu” veya “bir bölümünde namaz kılınıyordu” filan gibi truth inşalarının zerre kadar manası yok, Ayasofya ibadete kapalıydı. Ayasofya’nın ibadete kapalı olmasının sembolik bir manası vardı, mesele ibadet edecek
Onur Salman demiş ki, “…70’ler 80’ler 90’lar deyince dudaklarımız titriyor, Bizimkiler‘in müziğini duymak bile göz pınarlarında hareketliliğe neden oluyor, Huysuz Virjin’in vefatı kalbimize dokunuyor, Kocaelispor’un TFF 2. Lig’e yükselmesi, Leeds United’ın 16 yıl sonra İngiltere Premier Ligi’ne çıkması dudak kaslarımızda olumlu etki yaratıyor. Velhasılıkelam mazi sürekli kalbimizde bir yara. “Tarihin en iyi futbolcularından ikisini aynı anda
Berktay ilginç bir şey deniyor. Doğru anlıyorsam, “düşünürken, konuşurken, yazarken müracaat ettiğimiz kavramlar nötr değil, Batılı” demeye çalışıyor. “Bir kavram haritamız var, bir nevi alet çantası. O alet çantasındaki araç gereç başkalarının kendilerine göre, kendi ölçülerine göre geliştirdikleri şeyler, bizim elimize pek yakışmıyor.” Galiba böyle diyor. Galiba bunu önemsiyor. Ve galiba… Bunun böyle olmayabileceğini düşünüyor.
Bir esnaf düşünün, tek oğlunun da esnaf olmasını, kendi işini devralmasını, geliştirmesini hayal ediyor, oğluna bu istikamette telkinde bulunuyor. Bir de komşusu esnaf var, onun da tek oğlu var. O ise oğlunun okuyup mühendis olmasını hayal ediyor, bu yönde telkinde bulunuyor. Oğlunun mühendis olabilmesi için kendisinin üstüne düşen neyse onu tespit etmeye ve yapmaya gayret
İşbu virüs tehdidi ortadan kalktığında, Çin kazanmış olacakmış. Doğu Asya’nın otoriter rejimlerinin performansı, dünyada demokrasinin gerilemesine zemin oluşturacak, gözetim toplumlarının önünü açacakmış. Avrupa ve ABD nasıl çuvallamış ama… Filan. İçinde yaşadığımız gerilim Çin-ABD veya Çin-AB meselesi değil. Doğu Asya-Batı Avrupa meselesi de değil. Demokrasi-otoriterlik meselesi hiç değil. Bütün bunlar, bana kalırsa, virüs öncesine dair kavramlaştırmalar.
Âlem Aydınlanmanın kavradığı gibi olsaydı… Yani geçmiş nesillerin aymazlığı ve cehaleti yüzünden birikmiş, her biri çözüm bekleyen bir problemler havuzu olsaydı âlem… Biz de nihayet problemleri çözmenin mekaniğini keşfetmiş şanslı nesiller olsaydık… Önümüzdeki çözülmemiş problemlerden birini alır, çözer, heybeye atar, sonrakine bakar… Makul bir süre içinde de… Anladınız siz onu. Âlem öyle değil ve öyle
Nereden başlasam bilemedim, iki ayrı yerden başlayıp aynı yerden denize dökülmeye çalışayım. Mücahit Bilici, Duvar’da, bence kesinlikle okunması gereken bir yazı yazmış. Kavramların yetmediği —veya artık yetmez olduğu— durumda ne yapılabileceğine dair şık bir deneme. Kürtlüğü Bilici’nin bildiği gibi bilemem. Bir özne —veya Bilici’nin daha sevebileceği bir deyişle, bir varlık— olarak Kürtlük, bakılıp da görülmeyenleri