Nereden başlasam bilemedim, iki ayrı yerden başlayıp aynı yerden denize dökülmeye çalışayım. Mücahit Bilici, Duvar’da, bence kesinlikle okunması gereken bir yazı yazmış. Kavramların yetmediği —veya artık yetmez olduğu— durumda ne yapılabileceğine dair şık bir deneme. Kürtlüğü Bilici’nin bildiği gibi bilemem. Bir özne —veya Bilici’nin daha sevebileceği bir deyişle, bir varlık— olarak Kürtlük, bakılıp da görülmeyenleri
Amin Maalouf’un Uygarlıkların Batışı’nı okudum, ciltlerle yazılacak mevzu çıktı. Şu gelir ve servet dağılımı hakkında —daha doğrusu eşitsizlik denen şey ile dünyanın mevcut halinin ilişkisi hakkında— da yazmak istiyorum, Işık’ın yardımıyla bir hayli malzeme birikti. Ama gündem, malum. Esasında Amin Maalouf’tan çok uzaklaşmak zorunda da değiliz. İçinde yaşadığımız coğrafyanın, kültür ikliminin son yüzyılda yaşadıklarını iç
Thatcher, uyguladığı vahşi politikaların yol açtığı işsizliğin tetiklediği infiale karşılık, “siz de başkalarının talep edeceği bir şeyler üretmeyi öğrenmelisiniz” mealinde çıkışmıştı. Thatcher’dan ilhamla… Küreselleşme denen olgunun Çin’e ulaşmasıyla gerçekleşen şey, ta derinde, Çinlilerin başkaları tarafından talep edilen bir şeyler üretmekte rol almaya başlamasından ibaret. Çinliler eskiden de üretim yapıyorlardı herhalde ama sizin benim talep edeceğimiz
Neo-Darwincilerle —ki kendimi de onlardan sayıyorum bir bakıma— anlaşamadığım bir husus var. Nasıl ifade edeceğimi de pek bilemiyorum. Christakis Blueprint kitabında, insanların eş seçmelerinin biyolojisi üzerinde uzun uzun oyalanmış. Okurken, belki de derdimi ifade etmenin bir yolunu bulmuşum gibi geldi. İşin içinde bir yığın asimetri var, kadınların kokuyu bir kılavuz olarak kullanmalarına karşı erkeklerin görünüşü
Dün gece Türkiye Kupasında Beşiktaş’ın misafiri Erzincanspor idi. Sunucunun söylediği kadarıyla, tribünlerde 1200’den çok Erzincanspor taraftarı vardı. Sahada 11 futbolcu, kulübede bir o kadar daha… Teknik heyeti ve diğer görevlileri de sayarsak, sahneleyen en fazla kırk kişiye mukabil seyreden 1200 kişi —televizyondan izleyen çok daha büyük kalabalıkları hesaba katmıyorum, dikkat ederseniz. Tribünlerdeki Erzincanspor taraftarlarının gönlünden
Dünyada tuhaf şeyler oluyor. Olup bitene bakıp “hmm, bu hastalığı biliyoruz, adına popülizm deniyor, derhal bürokrasi kürü lazım” diyenler, laboratuvar tahlillerine baktıklarında da hiç sektirmiyorlar: “Hmm, öyle görünüyor ki fena halde kutuplaşma başlamış, behemehâl yatıracak, kutupları alacağız.” Yetersiz beslenmenin, temiz içme suyundan mahrum olmanın, erken yaşta evlenip genç yaşta dört doğum yapmış olmanın norm olduğu
Fırat’ın doğusunda bir süredir cari olan statüko ortadan kalktı. Tabii olarak hepimiz yeni şartların ne manaya geldiğini merak ediyoruz. Lakin bu hususta hükme varmak için erken olduğunu düşünüyorum. Aslında iki gündür yazdığım mevzuları sürdürecektim ama Murat Sevinç mani oldu. Sevinç’in yazısı Kürt sorununa dair daha önceki bir yazının devamı niteliğinde kaleme alınmış olduğu halde, neredeyse,
Cemal Tunçdemir T24’te “Büyük Resmi Kimler Görebilir” diye sormuş. Siz onun yazdıklarını okumadan hemen cevaplayayım, elbette ben. Şöyle oldu mesela… Kendi haline bırakılırsa dünyayı parmağında oynatacak dehalarla dolu olan Türkiye, bildiğiniz gibi, yüzlerce yıldır küresel güçlerin hedefinde. Zengin ve bereketli Türkiye’nin iliğini sömürerek hayatta kalan işbu güçler, muhtelif işler işledikten sonra, 1990’lara gelindiğinde, bir başka