Komplekslik ve emergence hakkında bir okuma listesi önerebilir durumda mıyım? Zannetmiyorum. Birkaç sebeple zannetmiyorum ama o sebeplere —ve arkasından derme çatma bir okuma listesine— geçmeden önce, mevzuu kendi takip edebildiğim biçimiyle özetleyeyim. Bildiğim kadarıyla 1950’lerde Bertalanffy liderliğinde bir ekibe bir bilim ısmarlandı. Bu çabanın neticesinde Genel Sistem Teorisi denen disiplin doğdu. Paralel olarak, başka bir
Scientific American’da John Horgan, koronavirüs üzerinden sağcı postmodernizmi hedef tahtasına yerleştirmiş. Bu vesileyle, Kuhn’la bir vakitler MIT’de yaptığı bir söyleşiyi hatırlatıyor. Bazı şüpheciler, mesela HIV’nin AIDS’e yol açıp açmadığını sorguluyorlarmış. Beyim demiş ki Kuhn’a, “haklı da olabilirler haksız da, ama haklılarsa da, haksızlar da, bunun sosyal/kültürel/dilsel bağlamla bir alakası olamaz.” Kuhn başını sallayıp, Horgan’a pek
Dennis Carroll’la yapılan bir söyleşiyi Tarkan Tufan Gazete Duvar için tercüme etmiş, sağ olsun. Carroll’ü Netflix’in Pandemic dizisinde görmüştük. Olmayacak yerlerde karşımıza çıkıyor ve haritaya yukarıdan bakan bir bilge insan gibi bize yol gösteriyordu, bir nevi. İşbu söyleşide de akıllıca bir yığın laf etmiş. O da sağ olsun. Carroll’ün ne yapmaya çalıştığını tam olarak anlamış
Malum salgın hakkında çok şey yazıldı, söylendi. Herhalde benim diyeceğim de bir yerlerde söylenmiştir. Yine de, ben de vurgulayayım. Salgının tetiklediği güvensizliğin, güvensizlik yüzünden insani temaslarda gerçekleşen marjinal bir seyrelmenin sebep olduğu iktisadi maliyetin farkındasınızdır herhalde. Yani? Sizin son derece kaliteli ürünler tasarlayıp üretebiliyor, son derece klas hizmetler üretebiliyor ve pazarlayabiliyor olmanız, iktisadi olarak kıymetli
Dün demeye çalıştım ki, esas olan kimin, kiminle, nasıl etkileşim içinde olduğu, bu bağlantıların hangi muhteva üzerinden kurulduğu değil. Önceki gün Hasan Cemal, T24’te, Thatcher’la bir hatırasını anlattı. Çiller’in Yeniköy’deki yalısında Thatcher’a “Madam Thatcher, bu sözleriniz bana fazla milliyetçi geldi” demiş. O da “Genç adam, şunu iyi bil, milliyetçilik bu çağın gerçeğidir” diye cevap vermiş.
Göbeklitepe’den siz ne anladınız, öğrendiniz bilemem. Benim öğrendiğim ise, insanların aptalca şeylere inanmalarının tarihi, daha önce tahmin edilen tarihlerden çok eskilere dayanıyor. Büyük insan gruplarının grup halinde aynı aptalca inancın etrafında bir araya gelmeyi itiyat haline getirdiklerini biliyorduk. Sadece bu itiyadın bu kadar eskiye kadar uzandığını bilmiyorduk. Zannediyorduk ki, kabaca, insanlar yerleşik düzene geçip sömürülebilir
Başlamadan… Herkese mutlu bayramlar. Ve yine başlamadan… Dün hakikat deyip durdum, bugün de öyle diyeceğim. Ama hakikat (truth) ile gerçeklik (reality) arasında anlamlı bir fark var ve sözünü ediyor olduğumuz şeyin gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Nedense hakikat tercih edildi, içime sinmese de ben de uyuyorum. Ben dünkü yazıyı yazıp yolladıktan hemen sonra Karar’da Yıldıray Oğur, Çernobil’den
Dünyanın geleceği hakkında iyimser olduğumu defalarca söylemiştim. Dün de, mealen, “Trumpların filan güç kazanmasına itibar etmeyin, geçecek bunlar” diyerek, kendimi tekrar etmiş oldum. İyi de karinem ne? Önce şu hususta mutabık kalmamız gerekiyor: Trump görünür bir şey. Trump’ın seçim kazanması da öyle. Ama benzer kolaylıkla görünmeyen çok şey var. Bir misal verecek olursak, kıtalar kolayca
Önce basit tespiti yapalım: Problem, gerçekleşen ile gerçekleşmesi beklenen arasındaki farktır. Kapıyı açtınız, elektrik düğmesine bastınız, ampuller yanmıyorsa… Problem var. Problemin, bir problemimiz olduğunun farkına varmak bir şey, problemin ne olduğunu anlamak bambaşka bir şey. Siz düğmeye bastığınızda beklediğiniz olmuyorsa… Bütün ülkenin elektrik dağıtım şebekesi çökmüş olabilir mesela. Üstelik o durumda bile birçok farklı sebep