Etiket: Osmanlı

Bereketsiz Kahramanlar

Demiştim, Osmanlı’nın niye yıkıldığı sorusunu yıllar önce terk ettim. İlla merak edilecek bir şey varsa, bence, Osmanlı’nın niye daha evvel yıkılmadığıdır. Esasen çok daha önce yıkılmalıydı, çünkü uzun süredir bereketsizdi. Dünyaya bir faydası yoktu. İçerde de doğurduğundan çok öldürüyor, ektiğinden az biçiyor, biçtiğini de mundar ediyordu. Doymuyordu yani ve çocukları birbirini yemek zorunda kalıyordu. (Böyle

Siyasal İslam’ın Hali

Avrupa saraylarında da bol miktarda kadın vardı. Muktedirin/varlıklının cinsel hayatı tebaanın cinsel hayatı ile kıyaslanmayacak kadar çeşitli idi —üstelik muktedir genellikle erkek olsa da, kadın olduğu nadir durumlarda da kural değişmiyordu. Mevzuu Roma saraylarından biliyoruz. Muhtemelen bu bir Avrupa icadı da değildi, Cengiz’den biliyoruz. Filan. Avrupa’da savaşı kazanan, kaybedeninin her şeyine, ama öncelikle de kadınlarına

Ayasofya Bahane

Fatih’in bedduası ortadan kalkmış, “Ayasofya’nın dirilişi Mescid-i Aksa’nın özgürlüğe kavuşmasının habercisi, dünyanın dört bir yanından Müslümanların fetret devrinden çıkış iradesinin ayak sesi” imiş. Eh, işin gerçeğine her isteyen kolaylıkla erişebilir, Müslümanlar fetret devrine, Fatih’in bedduasına sebep olduğu söylenen şeyler yapılmadan, yani Ayasofya ibadete kapatılmadan önce girmişti. Yani Ayasofya ibadete kapatıldı, Fatih’in bedduası hak edildi de

Bahçemiz Bile Yok

Aslı Biçen’in Duvar’daki yazısı çok şey söylemeye imkân sağlıyor. Hepsini herhalde söyleyemem ama birazı bile bir şeydir herhalde. Batı’da bir şey görmüşüz, beğenmişiz —Biçen’in yazısındaki misalimiz güzel bahçeler. İlk reaksiyonumuz, bilgisayarların dilimize soktuğu terimle default reaksiyonumuz, “bizde yoktur, olmamıştır.” İlk anda aklıma geliveren birkaç soruyu sıralayıvereyim: Default değerleri “bizde olmamıştır, yoktur” olan bir özne olarak

Diyanet Baroya Karşı

Ben bilimcilerin hali hakkında yazıp dururken kıyamet başka yerde kopuyormuş. Diyanet İşleri Başkanı bir laf etmiş, Ankara Barosu bir açıklama yapmış, zatı şahanelerinin işaretiyle de Saray ahalisi sahaya inmişler. İyi. Neden iyi? Kemal Can mesela, mevzu hakkında yazdıklarını “devam eden ve yoğunlaşma istidadındaki bu tuzaklı siyasileştirmeye, olgusal değil kavramsal karşılıklar verilmediğinde ise istenen amaç kolayca

Marifet Değil

Amin Maalouf’un Uygarlıkların Batışı’nı okudum, ciltlerle yazılacak mevzu çıktı. Şu gelir ve servet dağılımı hakkında —daha doğrusu eşitsizlik denen şey ile dünyanın mevcut halinin ilişkisi hakkında— da yazmak istiyorum, Işık’ın yardımıyla bir hayli malzeme birikti. Ama gündem, malum. Esasında Amin Maalouf’tan çok uzaklaşmak zorunda da değiliz. İçinde yaşadığımız coğrafyanın, kültür ikliminin son yüzyılda yaşadıklarını iç

Türk ve Bebek Bezi

Soner Yalçın bir süre önce Osmanlı seçkinlerinin Türk’ü nasıl gördüğü hakkında bir şeyler yazmış. Bildiğiniz geyikleri tekrarlamış yani. Peki, Türk aslında nedir? Türk, her şeyden önce bir icattır. “Ne diyorsun sen ulan, Adem Türk idi” diyorsanız, bence yazıyı okumaya kalkmayın, güzelim pazar gününüzü rezil etmeyin. “İcattır evet, dolayısıyla bütün icatlar gibi berbat bir şeydir, eskiden

Gerçek İslam

Birkaç gündür hava bahar gibi. Fena yanı şu ki, içimdeki iyilikler tomurcuklanacağına, kötü yanlarım çiçeklendi. Dilipak ve Taşgetiren’in maruz kaldığı manevi işkenceyi, adeta zevkle seyrediyorum. Hayatlarını İslam’ın muzaffer olmasına adamışlar ve… Hale bak, İmam Hatipli genç kızlar K-Pop izliyor, toplum şuraya savrulmuş, Reis hep başkalarına kulak veriyor ve saire… Can mı dayanır? Önce zat-alilerine ve

Difüzyon Hızı

Şükrü Hanioğlu, Sabah’taki köşesinde “veda” etmiş (https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/12/02/veda). İtiraf etmek gerekir ki iyi dayandılar. Bu vesileyle, veda etmeden hemen önce yazdığı son iki yazıyı, Birinci Dünya Savaşının bitişinin yüzüncü yılı vesilesiyle yazdıklarını kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Bu arada… Utandım. Abuk sabuk gündemlerin peşinde sürüklenip, Birinci Dünya Savaşının bitişinin yüzüncü yılını ıskalamak kabul edilebilir bir şey değil,

Lloyd George ve Davutoğlu

Erol, 1970’lerde yapılmış, Lloyd George and the Turkish Question adlı bir tezi paylaşmış (https://circle.ubc.ca/bitstream/handle/2429/20953/UBC_1978_A8%20H57.pdf?sequence=1). Okurken durmadan Davutoğlu gelip durdu aklıma. Birçok sebeple. Bir defa Lloyd George’un, Davutoğlu gibi biri olduğunu hatırlıyoruz. Dünyayı siyah beyaz gören, Britanya İmparatorluğunun yüce menfaatlerini zavallı kavramlaştırmalarına iliştiren, gerçeklikle zaten zayıf olan bağı zamanla iyice kopan, kurduğu hayaller için başta “dostları”