Netflix’te The Movies That Made Us adlı bir belgesel dizisi var. İkinci sezonun ilk bölümünde Back To The Future filminin macerası anlatılıyor. Hikayenin başında 70’lere gidiyoruz, South California University kampusuna. İki Boblar, Robert Gale ve Robert Zemeckis orada sinema okuyorlar. Gale’in ifadesine göre biri senaryo yazmaya, diğeri yönetmeye hevesli. Ama… Ortam —Gale’in söylediğine göre— şöyle:
Berktay ilginç bir şey deniyor. Doğru anlıyorsam, “düşünürken, konuşurken, yazarken müracaat ettiğimiz kavramlar nötr değil, Batılı” demeye çalışıyor. “Bir kavram haritamız var, bir nevi alet çantası. O alet çantasındaki araç gereç başkalarının kendilerine göre, kendi ölçülerine göre geliştirdikleri şeyler, bizim elimize pek yakışmıyor.” Galiba böyle diyor. Galiba bunu önemsiyor. Ve galiba… Bunun böyle olmayabileceğini düşünüyor.
Aslı Biçen’in Duvar’daki yazısı çok şey söylemeye imkân sağlıyor. Hepsini herhalde söyleyemem ama birazı bile bir şeydir herhalde. Batı’da bir şey görmüşüz, beğenmişiz —Biçen’in yazısındaki misalimiz güzel bahçeler. İlk reaksiyonumuz, bilgisayarların dilimize soktuğu terimle default reaksiyonumuz, “bizde yoktur, olmamıştır.” İlk anda aklıma geliveren birkaç soruyu sıralayıvereyim: Default değerleri “bizde olmamıştır, yoktur” olan bir özne olarak
Biri bir video paylaşmış, Çin’den… Paylaşılan videonun kendisi daha çeşitli bir şey ama yüklemeyi beceremedim. Az çok şöyle bir şeydi. Sizinle paylaşmaya çalıştım ama başından sonuna izlemedim, izleyemedim. Zıplaya zıplaya baktığım karelerin hemen hepsi, midemi bulandırdı. Bir başkası videonun altına, “vay be ne disiplin, bu sayede pandeminin hakkından geliyorlar işte” diye yazmasa, aşağıda diyeceklerimi bambaşka
Dün dediğimi tekrarlayarak başlayayım, popülizm, toplum için neyin iyi olduğuna toplumun karar vermesidir. Dikkat edilirse, “toplum iyidir, doğru tercihler yapar” filan demiyorum. “Toplum ahmaktır, yanlış tercihler yapar” da demiyorum. Toplumun iyi olup olmaması, doğru tercih yapıp yapmaması bağlam dışı. Yükseköğretim yapmaya karar verdiğinizde, okuyacağınız yeri tercih ettiğinizde, sizin o kararları vermek için yeterli olup olmamanız
Klasik misali hatırlayalım, bir fincan kahveyi masanızın üzerinde unutursanız, zamanla kahve ile oda arasındaki sıcaklık farkı ortadan kalkar. Kahve soğur, sıcaklığı oda sıcaklığına yakınsar. Oda sıcaklığı? Odanın her yeri aynı sıcaklıkta mı? Değil. Ama aradaki farkları ihmal edebiliriz. Ne de olsa, kahve misali de bize gösteriyor ki, yeterince zaman verilirse, aradaki bütün farklar ortadan kalkacak.
Oya Baydar kendisinin ve akranlarının NATO’ya —dolayısıyla ABD emperyalizmine— karşı kahramanca mücadelesini hatırlatmış. Ben de kendi hatırladıklarımı hatırlatayım. Ama önce, hayatımın bütün dönemlerinde şiddetli bir ABD karşıtı olduğumu hatırlatayım. Baydar ve onun gibilerden farkım, hayatımın herhangi bir döneminde, SSCB’nin ve/veya Çin’in ABD’den daha iyi olduğunu düşünmemiş olmam. Adlarında sosyalizm geçiyor diye, Sovyet veya Çin emperyalizmlerinin,
Geçen gün dediklerimin üzerinden gideyim. Yıllar önce bir tartışmada demiştim ki mealen “Hıristiyanlık başka, Kilise başka.” Başkalar. Hıristiyanlık inananlarına, yaşamaya değer bir hayat için yol göstericidir. İşaret edendir, gösterendir. Gösterdiği hayattır. Kilisenin işaret ettiği ise Hıristiyanlıktır. Hayatı hiçleştirir. Tastamam aynı şeyleri –sadece dinler için değil– sosyalizm için, felsefe için, sanat için, bilim için, siyaset için
Dünden devam edeyim. Ama önce… Daha önce defalarca ve muhtelif vesilelerle ifade ettim ama pozisyonumu bir de şöyle sabitlemekte fayda var: Şu meşum kapitalizm şeytanı doğru dürüst tarif edilirse, taşlamaya herkesten önce koşacağıma söz veriyorum. Ve fakat… İnsanların yanmaz kefen, pusulalı seccade, Atatürk kitapları, yaşam koçlukları filan gibi şeyler için para ödemelerine mani olunacaksa ve/veya