Etiket: Yıldıray Oğur

Erdoğan Gider, Özdağ Gelir

Yıldıray Oğur Ankara Nasıl Alabama Oldu diye sormuş. Yazısından anladığım kadarıyla Ankara Alabama olmamış. Bu tespiti yaparken Alabama’da siyah düşmanlığının devlet tarafından organize edilen bir faaliyet olmadığını, sivil bir nefretin tezahürü olduğunu varsayıyorum. Ankara’da yaşanan şey ise, pek de sivil bir inisiyatif gibi görünmüyor. Oğur’un işaret ettiği Ekşi Sözlük başlığına girdim. Faşist, ırkçı, kasabalı kesimlerin

Özdağ, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu

Yıldıray Oğur, Ümit Özdağ’ın iki haftada sebep olduğu dalgalanmayı analiz etmiş. Bir yerde şöyle demiş mesela: “Dün gün boyu henüz bir kez bile seçime girip test olmamış, mültecilere karşı yükselen öfke dalgası üzerinde tehlikeli bir sörf yapan Ümit Özdağ’ın tavizsiz Kemalistliği, ırkçılık sınırlarında sık sık sınır ihlali yapan milliyetçiliği, İçişleri Bakanı’nı düelloya çağıran kabadayılığı övülürken,

Erdem Sinyallemesi

Yıldıray Oğur, Karar’da, sığınmacılar hakkındaki gündeme katılmış. Sığınmacılar mevzuunda diyeceklerimi dedim, bir defa daha özetleyeyim —herhalde son defa olmayacak. Demografiyi hesaba katmadan bu tür mevzular hakkında konuşmak, bence, büsbütün manasız bir iştir. İnsanlık tarihini yazan en belirleyici faktör demografi ve değişimidir. Ahlak, erdem, fikirler ve hatta ekonomi “sonradan” gelir. Bunu bugün ve mahut mevzu ile

Düzlem

Ayşe Çavdar vatan ve yurt kelimelerinin etimolojisi üzerinden çok hoş bir tasnif yapmış. Onun tasnifine yaslanacak olursak, gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, bir vatansever değil, yurtseverim. Ve lakin… Memlekette mebzul miktarda vatansever de var —yani kalıcılık vehmine kapılmış insan. Onları ne edeceğiz? Sabun yapmayacağız herhalde. Tehcir? Belki. Belki de eğitmek kâfidir, “bakın kalıcılık vehimdir, sizi vehimlerinizden

Kırkıncı Yıl

12 Eylül —şu içinde yaşadığımız Türkiye şartlarını bir yana bırakırsak— başıma gelmiş en katlanılmaz şeydi, başlarken tespit edeyim. Bugünkü şartlara kırk yaş genç yakalansaydım nasıl hissederdim, onu da bilemiyorum. Neticede öznel değerlendirmeler yaptığımın, hepimizin öyle yaptığının, nesnellik diye bir şeyin mümkün olmadığının farkındayım. Esasen bugün yaşamakta olduğumuz her şeyin, öyle veya böyle 12 Eylül’ün çocukları,

Diyanet Baroya Karşı

Ben bilimcilerin hali hakkında yazıp dururken kıyamet başka yerde kopuyormuş. Diyanet İşleri Başkanı bir laf etmiş, Ankara Barosu bir açıklama yapmış, zatı şahanelerinin işaretiyle de Saray ahalisi sahaya inmişler. İyi. Neden iyi? Kemal Can mesela, mevzu hakkında yazdıklarını “devam eden ve yoğunlaşma istidadındaki bu tuzaklı siyasileştirmeye, olgusal değil kavramsal karşılıklar verilmediğinde ise istenen amaç kolayca

Elazığ’dan Sonra

Elazığ’da bir deprem oldu. Resmi verilere göre 41 kişi hayatını kaybetti. Her biri, geride bıraktıkları için, dünyada hayatta olan milyarlarca insanın muhtemelen hepsinden kıymetli 41 kişi… Geride kalanlara sabırlar dilerim. İnsanın, insan hayatının sayılara indirgenemeyecek kadar kıymetli olduğunu bilmeyecek kadar nobran biri değilim —öyle olmadığımı zannediyorum. Ama… Benzer ölçekte bir deprem eğer yüz yıl önce

Nehir Yatağı, Saban İzi

Dünya, fıtratı icabı, öngörülebilir bir yer değildi. Ancak içinde yaşadığımız dönemde tecrübe ediyor olduğumuz öngörülemezlik hali, dünyanın genetik kodundan kaynaklanan öngörülemezlikten bir hayli farklı. Öyle zannediyorum ve uzun süredir de o ekstra öngörülemezliğe işaret edip duruyorum. Bundan kırk yıl öncesinin şartlarında Türkiye Suriye topraklarında bir operasyon yapsaydı, o operasyonun nasıl gelişeceği ve neticeleri hakkında da

Güç Gösterisi

Kendilerini Allah’ın muradının yeryüzünde gerçekleşmesinin vesilesi olarak gören zevzekler sürüsünün yapıp ettiklerine şaşırmanın manası yok —onların muradı Allah’ın muradı ve dolayısıyla onların muradına direnen herkese her şeyi yapmaları meşru. Beni şaşırtan şey, işbu haddini şaşırmış vasıfsızlar sürüsünün yapıp ettiklerine mana yakıştırmaya, o yapılıp edilenlerin arkasında sebep aramaya harcanan mesai. Şimdi, tam da şimdi, Erdoğan’ın Süleyman’ı

İhtilaf

Evrim teorisini genç yaşlarımda öğrendim. “Öğrendim” dedimse… Yani evrim teorisi başlığı altında öğretilen bir şeyleri bilir hale geldim. Ama aslında teorinin hiç demediği, diyemeyeceği bir yığın çağrışımı da, evrim teorisi başlığı altında edindim. Bir tek misal vereyim. Biyolojik türlerin bir tür hiyerarşisi olduğu, bir piramit şeklinde örgütlendikleri, zaman içinde türlerin –doğal seleksiyon marifetiyle– rafine edildikleri,