Tecavüz Davası
Taciz filminde, Tom Sanders (Michael Douglas), Meredith Johnson’u (Demi Moore) taciz etmediğini, aksine kendisinin tecavüze uğradığını ispat etmeye çalışıp dururken, posta kutusuna “sen esas problemi çöz” mesajları düşer durur. Zaten esas problemi çözmeye uğraştığını düşünüyor olduğundan, mesajlara bir mana veremez. Bu arada, yönettiği şirketin geliştirdiği bilgisayar —anons edildiği tarih geçtiği halde, ısınma problemi çözülemediğinden— bir türlü piyasaya çıkamıyordur. Nihayet bilgisayarın problemi çözülür ve…
Her şey Sanders’in lehine gelişmeye başlar.
***
Türkiye Cumhuriyetinin makbul çocukları, Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden çok geçmeden esas problemi çözebilecek donanıma sahip olmadıklarını hissettiler. Ahalinin giyimiyle kuşamıyla, âdetiyle, inancıyla, hayat tarzıyla filan uğraşarak kendilerini meşrulaştırmaya soyundular. Köye yol götürmekten acizdiler ama köylüye tenis oynatmayı hayal ettiler. Nüfusu şehirlileştirmekten acizdiler ama köyde yaşayanlara Yunan Klasikleri okutmaya kalktılar.
Şimdi, 1940’ların rövanşını yaşıyoruz. Memleketin şehirleri tarumar, üniversitesi çökmüş, medyası yok, konsolosu teröristlerin elinde 100 küsur gün rehin kalıyor, memlekete vaziyet edenler bize nasıl bir gündem dayatıyor?
***
Dün sözünü ettim, hayatın en temel unsuru olan su ile ilişkimiz, köklü bir biçimde değişiyor. Sadece ve en çok Türkiye’de değil, bütün dünyada değişiyor. Avustralya’da büyükçe bir şehir, uzun süren yağışsızlık sebebiyle, kendi atık sularını arıtıp yeniden kullanıma sunmak zorunda kalıyor. “Kanalizasyondan çeşmeye” projesi, müthiş bir sosyal dirençle karşılaşıyor. Çünkü The Big Thirst’in yazarı Charles Fishman’a göre, suyun altın çağı kapanıyor. Yani bol, emin ve ucuz su dönemi kapanıyor. Yüz yıl süren bu dönem boyunca su ile kurduğumuz ilişki, dünyanın her yerinde zorlanıyor. The Economist’tin bu haftaki nüshasındaki bir habere göre, Kaliforniyalı bir gardiyan, bahçesindeki çimin bakımını sürdüremediğinden, çim alanı yeşile boyatarak çözüm üretiyor.
Dünyada böyle. Ama Türkiye’de de çok farklı değil. Gelişmiş dünyanın imkân ve problemlerinin Türkiye’ye belirli gecikmeyle ulaştığını düşünüp bekleyecek vakit yok. Burdur Gölü diye bir şey yok hanidir. Hafta sonu gazetelerin birinin İnternet sitesinde, galiba Kars’taki bir gölün mevcut halini gösteren fotoğraflar da acı vericiydi. Türkiye barajlarının doluluk oranları, birkaç yıldır haber bültenlerinde raporlanıyor. Ve saire…
***
Suyun sadece kıtlığı da değil problem. Vakt-i zamanında, Gırgır’da bir çizgi hikâyede, İstanbul’da şemsiyesiz bir öğrenci, yağıp duran yağmura söverken, mealen, “burada beni ıslatacağına git Konya’da buğdayı sula” diyordu. Yeryüzünde su miktarı, aşağı yukarı sabit. Dolayısıyla suyla ilgili problemler iki ana başlık altında toplanıyor: (a) Olması gerektiği yerde olması gerektiği kadar olmaması, (b) olmaması gerektiği yerde, mesela bir vakitler dere iken şimdi meskun olan yerlerde gerektiğinden fazla olması.
***
Her ne kadar Gırgır’ın çizgi kahramanı yağmurdan şikâyet ediyorduysa da, suyla ilgili şimdi başımıza gelenler yirmi yıl önce yaşamadığımız, akla bile gelmeyecek şeylerdi. Aklımıza gelmeden başımıza geldi. Ve nasıl reaksiyon gösteriyoruz?
Ankara’da birkaç tıbbi vaka oluyor, Kızılırmak suyundan kaynaklandığı şayiası yayılıyor ki Gökçek zor durumda kalsın. Herkes farkında ki, Ankaralı, Ankaralının sıhhati, Ankara’nın suyu kimsenin umurunda değil. Gökçek’in de değil, onu hırpalamaya çalışanların da değil. Yağmur yağıyor, şehirleri sel götürüyor, herkes kendi tarafının aksi istikametteki belediyelere veryansın ediyor. Ayamama taştığında, Erdoğan ve Topbaş, aeresol kullandığımız için bizi, yani kendisine rey vermeyenleri suçlamıştı.
Göller kuruyor, eğer siyasi hasımlara vuracak bir malzeme sağlamıyorsa, kimse iplemiyor. Konya’nın yeraltı suları, ahı gitmiş vahı kalmış topraklarda sulu tarım yapılacak diye çekilerek bitirildi, kimse hesap sormuyor. Çünkü Konyalı çiftçilerin desteklerini kaybetmemek gerekiyor. Kimsenin Konya ovasında artık rantabl bir tarım yapılamayacağını, Konyalı köylülerin şehirlere (tercihan Konya’ya, Niğde’ye, Karaman’a, Aksaray’a, yoksa İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e değil) taşınması gerektiği üzerinde konuşmuyor.
Su böyle. Üniversiteye giriş böyle. Futbol böyle. Aklınıza gelen her şey böyle. Birilerine sorarsanız, hepsi arabesk dinlediğimizden. Ötekilere sorarsanız, hepsi bize klasik müzik dayatıldığından.
Bana sorarsanız?
Kafayı tecavüz davasına kilitlemiş olmamızdan.