Trump, Mrump
1990’larda Boyner için demokrasinin hali ve istikbali hakkında bir rapor hazırlamaya çalışmıştım. O talep ettiğinden değil, o dinleyebileceği ve tartışabileceği için. Politikayı tahmin ettiğimden de çabuk bıraktı, benim de o raporu tamamlama motivasyonum kalmadı.
(Boyner’in benim hazırlamaya çalıştığım tarzda şeyleri dinleyebilecek ve tartışabilecek biri olması, onu benim gözümde kıymetli bir politik aktör yapmaz/yapmadı. Politikacı dediğinin, kıymetli saatlerini politikanın felsefesine filan harcaması, bence israftır. Politikacı konuşur ve eyler. Düşünmesi gerekenler başkaları. Mesele şu ki, Türkiye’de “birilerinin de düşünmesi lazım, demokratik politika nereye gidiyor” dediğinizde, ortada kimse kalmıyor. Boyner o yüzden, en azından benim için mühim biriydi. Politikayla birlikte ne yazık ki beni de bıraktı.)
Ned Resnikoff Trump üzerine bir şeyler yazmış (https://medium.com/@resnikoff/phantasmagoria-3beac7fe516d#.bdk5vdh9v). Trump üzerinden başlayan analiz, Putin üzerinden muhtelif Batılı politik aktörlere doğru genişletilmiş. Arada Bush’a uğranmış mesela ama Bush ile Trump arasındaki benzerliği değil, farkı vurgulamak için. Şöyle ki, Bush yalan söylediğinde (a) tutarlı olmak (yani bütün yalanlarının birbirini desteklemesi), (b) söylediği yalanla bir mesafe kat etmek gibi dertleri varmış da, Trump’ın yalanları öyle değilmiş. Bir defa tutarlı olmak gibi bir derdi yokmuş, öte yandan da “insan bu yalanı neden söyler ki” diye düşündürecek kadar sebepsiz, Trump’a bir şey kazandırmayacak gibi görünen yalanlar söylüyormuş. Size daha yakınlarda birini hatırlatmıştır zannımca…
Resnikoff’un tahlilinin arka planında, Putin’in başlıca ideoloğu Surkov yer alıyor, managed democracy kavramıyla…
Bence Resnikoff hoş bir envanter çıkarmış, bağlantıları şık bir biçimde kurmuş.
Ama…
Diyor ki metnin yüreğinin attığı yerde “herhangi bir sabit gerçeklik olmadan politik mütalaa için gereken, hepimizin paylaştığı bir referans noktası mevcut olmaz ve benim politik tercihlerim kendimi kim olarak görüyorsam ta onun içinden neşet ediyorsa uzlaşma için bir zemin kalmaz.” Yani…
Resnikoff kusuru Trump’ta, Putin’de bulmuyor. Siyasi sistemlerin işleyişinde de bulmuyor. Ya nerede buluyor? Bir vakitler pekâlâ tıkır tıkır işleyen demokrasilere kaynaklık etmiş, Trump, Putin gibi mahlûkatın ortaya çıkmasına mani olmuş bir dünya tasavvuru varmış, o tasavvur terk edilmiş de… Yani sabit bir gerçekliğin mevcut olduğu ve politik tercihlerimizin kendimizden yola çıkarak değil, artık her nasılsa şekillenmesi gerektiği gibi varsayımlar terk edilmiş de…
Katılmıyorum.
Bir defa bir yerlerde, bizden ve politik aktörlerin eyleyişlerinden bağımsız bir gerçeklik zaten yok —Bush’un danışmanının veciz bir biçimde ifade ettiği gibi. Gerçekliği biz yaratıyoruz. Gerçeklik bizim karşılıklı hamlelerimizden zuhur ediyor. Ve politik tercihlerimizin kökleri, tastamam, kendimizi kim olarak görüyorsak orada yatıyor. Demokrasi zaten bu sayede var. Ama demokrasi, benim 1990’ların ortalarında Boyner için hazırlamaya çalıştığım raporda da iddia etmeye çalıştığım gibi, hasta. Hastalığının sebebi, bence, bir yerlerde sabit bir gerçekliğin, keşfedilmeyi bekleyen bir gerçekliğin var olmamasından ve bizim de kendimizi her kim olarak görüyorsak öyle tutum almamızdan kaynaklanmıyor. Tam tersine, bir yerlerde sabit bir gerçekliğin mevcut olduğu ve bizim kendimiz gibi değil, rasyonel, toplum için kendiliğinden fedakârlık yapan özneler olarak davranabileceğimiz varsayımlarından kaynaklanıyor.
***
Bütün bunları boşuna söylüyorum, farkındayım. Yukarıda yazdığım şeyleri yazalı aslında birkaç gün oldu. Hemen ertesi gün, Cumhuriyet’te İnsel (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/608553/Milliyetci-islamci_irredantizm_ve_orfi_hukuk.html) ve Cerrahoğlu (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/608556/Lozan_.html) öyle bir üst perdeden öyle şeyler yazdı ki mesela, her şey bana bir defa daha fena halde beyhude göründü. (Cerrahoğlu tam da Resnikoff’un bastığı yere basıp, Economist’te de gönderme yaparak post-truth politics filan lafları ediyor üstelik.) Sonra Lozan üzerine, mesela Özdil ve Coşkun öyle şeyler yazdılar ki, alıntılamak bile zaman israfı…
Türkiye’de bence işler şöyle yürüyor: Geniş kitleler atadan kalma evlerini birilerinin işgal ettiğini düşünüyorlar. Evlerinde kendilerine de bir kat, bir oda talep ettiklerinde “git okulları bitir de gel, burayı atalarımız hakikate erenlere tahsis etti” cevabıyla karşılaştılar uzun süre. Bunun üzerine gidip diploma alıp geldiler, “öyle olmaz, sen henüz aydınlanmamışsın, aydınlansan şöyle giyinmez, böyle davranmazdın” cevaplarıyla karşılaştılar. Aslında sosyal kesimler arasında bir oyun (game) oynanıyordu yani. Ama oyunun bir tarafı ısrarla “oyun filan yok, bir doğru var ve onu keşfeden kazanır, biz keşfettik, kazandık” masalı okuyordu. Karşıdakiler baktılar olmayacak, evi tahliye ettirebilmek için, gözü kara bir mahalle çetesiyle anlaştılar.
Soru şu: Siz öyle bir durumda olsaydınız, anlaşmaya çalıştığınız çete mensuplarının yakışıklı, iyi giyimli olmamasını, aksanını, sabah evden çıkmadan önce yıkanmamasını, dişlerini fırçalamamasını dert eder miydiniz? Cevap vereyim: Etmezdiniz. Erdoğan, peşinden sürüklenen kitleler için bir araç. Yapmak üzere istihdam edildiği işi yaptığı sürece, diğer vasıflarının bir ehemmiyeti yok. Hatta yıkanmıyor, dişlerini fırçalamıyor, keyfine göre yalan söylüyor olması filan, eğer işgalcilerin —yukarıdaki yazılarda da görüldüğü gibi— tüylerini diken diken ediyorsa, daha bile iyi.
Defalarca başka kelimelerle söyledim, şunu demek istiyorum: Resnikoff’un yaptığı gibi yapıp, Erdoğan’ın sergilediği marifetler ile onun tercih edilmesi arasında karşılıklı bir korelasyon varmış gibi akıl yürüttüğünüz sürece, Erdoğan sizi dövecek duracak. Erdoğan sizi dövüp durduğu sürece de, sizin karşınızda konumlanmış olanlar için kıymetli bir araç olmayı sürdürecek. Yani hata, Resnikoff’un —ve kendilerine gönderme yaptığım bir yığın yerli muadilinin— dünyayı kavrayış tarzında… İşbu zevat, üstelik, gerçeklikten bu kadar uzak varsayımlara yaslanıp, gerçeklikten besleniyor olduklarını filan zannettikçe, oyun iyice yavanlaşıyor. Üzerine düşünmek ve yazmak da işkence haline geliyor.
Erdoğan’ın Lozan hakkında hezimet demesi İnsel’i, Cerrahoğlu’nu, Özdil’i, Coşkun’u ve ahalinin evinde işgalci olarak algıladığı kim varsa hepsini çileden çıkarıyor mu? Çıkarıyor, oh ne güzel. Erdoğan’ın, iki ay önce tam tersini demişken şimdi böyle söylemesi iyice çileden çıkarıyor mu? Tastamam öyle yapıyor. Oh, daha da güzel.
Ahali Erdoğan’ın yalan söylediğini fark etmiyor değil. Yalan söylemeyi marifet olarak görüyor da değil. Ama gol atmayı seviyor, çünkü tabelada hâlâ mağlup durumda görüyor kendini. “Bir oyun filan yok” deyip dururken durmadan ahaliye gol atmış, “yanlış anlama bu oyun değil gerçeklik, gerçek şu ki senin gol yemen lazım” filan diyedurmuş, kendisinin sahiden de oyundışı/oyunüstü olduğuna inanmış, galibiyetin kendi kaderi olduğuna iman etmiş, durumda herhangi bir garabet görmeyen zevat bütün moral üstünlük zanlarından cayıp efendi gibi oynamaya başlamadıkça da, ahali kendisini mağlup durumda görecek gibi…
***
Türkiye’de hal, bence, bu. Ya Amerika’da?
Boyner’e yazmaya çalıştığım raporun ana fikri, demokrasi dediğimiz siyaset teknolojisinin, hayatın diğer alanlarındaki gelişmeye ayak uyduramadığı, dolayısıyla bir problem kaynağı olduğu idi. “O halde demokrasiden cayalım” filan diyor değildim, demokrasi dediğimiz şeyin aslında pek de demokrasi sayılmayacağını ama daha rafinesini tatbik etmenin teknolojik zemini olmadığından ona katlanmak zorunda olduğumuz uzun bir dönem yaşadığımızı iddia ediyordum. Şimdi daha rafine, sosyal kesimlere, kesimler arasındaki fay kırıklarına daha hassas bir demokrasi icat etmemiz gerekiyordu. Hâlâ aynı ihtiyacı hissediyoruz. ABD’de de yığınlar, oy vermeye ilk başladıklarında, diğer hususlarda yaşadıklarına kıyasla, kendilerini çok da oyunun içinde hissediyor olabilirler. Ama artık etmiyorlardır. Etmiyorlar.
Amerika’da yığınlar, giderek daha opak, daha geçirimsiz bir siyasete maruz kaldıklarını hissediyorlardır. Belki siyaset sahiden de giderek opaklaşmış olabilir ama şart değil. Yığınların kendilerini oyuncu gibi hissetmelerini sağlayabilecek birçok başka şey oldu ve fakat bunlar siyasete katılma konusunda herhangi bir iyileşme sağlamadı. Dolayısıyla imkânlar ile kıyaslandığında izafi bir gerileme söz konusu. Trump’ın sistemi böyle ırgalayabilmesi, büyük ihtimal, Amerikan demokrasisinin kendisini yenilemekte, şartlara uyum sağlamakta gösterdiği ilgisizliğin neticesi olarak zuhur etti. Ne Trump’ın bir kastı var, ne de onu destekleyenlerin. Trump kendi payına kullanışlı bir araç olmak ve buradan şahsi kariyerine parlak bir dört yıl eklemek derdinde. Onu destekleyenler de kim olduklarını bilmedikleri suçluları Trump sopasıyla dövmek…
Dövülenler ne yapıyor? Trump’ın yaptıklarında ve Trump’ı destekleyenlerin tercihlerinde olmayan manaları arayıp, bulamadıklarında uydurup, şatafatlı teoriler icat edip, eski güzel günleri ihya etmenin yollarını arıyorlar.
Eh, Trump kaybedebilir ama bir dahaki sefere Mrump’ın kazanacağı şimdiden garanti…