Tuhaf Bir Aşk İlişkisi
Erdoğan, kendisine oy verenlerin kaderini, ta en başından beri kendi kaderine ilikledi. Kendisine oy verenler hangi sebeple vermiş olurlarsa olsunlar, Erdoğan düşerse, sıranın kendilerine geleceğini hissediyorlar. Sıra kendilerine gelecek ve önlerinde, ödemek zorunda kalacakları bir fatura bulacaklar. Erdoğan, terk edilmemenin yolunu, aileyi borca sokmakta, müşterek borç yapmakta buldu yani. Tuhaf bir aşk ilişkisi…
Sonra borç büyüdü. Erdoğan’ın sevgilisi mızırdanmaya başladı. Erdoğan, sevgilisinin “neyse ne, öderiz buna katlanacağımıza” demeye başladığını hissetti. Çareyi, borcu ödenemeyecek boyutlara yükseltmekte buldu. Her gün o kadar aşağılık işler işliyor, müşterek günahı o kadar büyütüyor ki, kendisine oy verenlerin, hesap gününü ertelemekten başka çareleri kalmasın.
***
Bu iğrenç oyunu mümkün kılan şey, ta en başında, Erdoğan’a karşı olanların aslında Erdoğan’a değil, ona oy verenlere, ona oy verebilir olanlara cephe açmış olmaları idi. Kendilerini nedense aydın zanneden bir azgın güruh, eline geçen her fırsatı, memleketin ahalisini tanzim ve terbiye etmek için kullanmıştı bir süre. Sonra, başka hiçbir şeyi beceremedikleri gibi bunu da beceremedikten sonra, ahaliyi aşağılayarak eğleşir olmuşlardı.
Yılmaz Özdil’den artık söz etmemeye karar vermiştim. Ama derdimi en iyi ifade edebileceğim malzemeyi dün o verdi. Günter Wallraff’ın En Alttakiler adlı kitabını hatırlattı. Özdil’in de işaret ettiği gibi, Almanya’da da her türlü insan var. Pek çoğu için Türklerin nelere maruz kaldığının önemi yoktu. Ama Wallraff, ömrünün iki yılını harcamayı göze alarak, Almanlara acı gerçeği anlatmanın bir yolunu buldu. Özdil’in de işaret ettiği gibi, ondan sonra Almanya’daki Türklerin kaderi değişti.
Mesele şu ki, Türkiye’de kendi kendilerine aydın payesi dağıtanların hiçbiri, mesela Wallraff’a övgü düzen Özdil, Türkiye’ye dair herhangi bir gerçeği açığa çıkarmak, onu anlamak, anlaşılır kılmak için, kayda değer hiçbir çaba harcamadı. Mesela Bosna’da kıyamet koparken, Türkiye kamuoyunun önemli bir bölümü Bosna’da yaşananlara kulak kesilmişken, Bosna’ya bir tek Türk gazeteci gitmedi. Pardon bir kişi gitti, işler kızışınca döndü. Hatırlatayım, aynı dönemde Bosna’da, dünyanın neredeyse bütün ülkelerinden gazeteciler vardı.
Türkiye’nin basını, Soma’daki ocağında kaza olunca, patronun İstanbul’daki binasının şaibeli olduğunu keşfetti mesela. Neden daha önce keşfedemediklerini şimdilik geçelim. Şimdi, İstanbul’daki diğer binaların sicilini araştıran olacak mı? Olmayacak. Neden? Birçok sebeple. Mesela o binaların sahipleri ile basın arasında reklam alma / verme gibi iktisadi ilişkiler var. Ama bütün bu zaten kirli ilişkilerin dışında bir sebep daha var: Bizim kendisini aydın zannedenlerimizin, gazetelerde köşe yazan, üniversitelerde ders veren, federasyonlarımızı yöneten, sivil toplum örgütleri vasıtasıyla âleme nizam vermeye kalkan zevatın kahir ekseriyeti mübalağalı derecede vasıfsız. Çabasız. Ahlaksız.
Memlekette işler, köylüler tenis oynamadığından veya varoşlular Ravel dinlemediğinden aksamıyor. Almanya’da da köylüler tenis oynamıyor ve lümpenler Ravel dinlemiyor. Ama Almanya’da tenis oynayanlar tenis oyununun hakkını veriyor, Ravel dinleyenler Ravel’in… Ve Almanya’da Wallraff’lar çıkıyor. Türkiye’de çıkmıyor.
Sonra birileri, her nasılsa, kendilerini Wallraff’ların Türkiye’deki muadilleri olarak görüyorlar. Memlekette işlerin yolunda gitmemesini de, tenis oynamayan, Ravel dinlemeyen, ahaliye kesiyorlar. Kendileri göbeklerini kaşımaktan başka hiçbir işi beceremeyen bidon kafalılar ve fakat ahaliye göbeğini kaşıdığı için hakaret edip duruyorlar. Hep öyle yaptılar.
Hanidir fatura kesecek takatleri yok. Ama ahali, onların takatsiz kaldığının farkında değil. Erdoğan da farkına varmamaları için elinden geleni yapıyor. Sonra da çıkıp, “beni verirseniz, aha bunlar yine size etmediklerini bırakmayacak” diyor. Öyle şeyler yapıyor, öyle şeyler söylüyor ki, söyleyenin insanlığından şüphe etmemek elde değil. Dolayısıyla, karşı taraftaki nefret büyüyor. Nefret, Erdoğan’ın arkasına istiflenmiş olanların korkusunu büyütüyor. Ve Con Ahmet’in devridaim makinesi çalışıp duruyor.
Çalışıyor çalışmaya da, Con Ahmet’in zannettiği gibi, bedelsiz çalışmıyor. Her gün daha büyük ölçekte bir insaniyetsizlik, daha aşağılık bir dil, daha akıl almaz bir pespayelik gerekiyor çalışması için. Erdoğan’ın alçalmasının sınırı olmadığından artık şüphem yok. Makinenin cıvatalarının nereye kadar dayanacağını merak ediyorum.