Türkiye Standartları

Esasen memlekette, bir memleket için lazım olan her şey var. Biraz dozda bir sıkıntı var, bazı şeyler lezzetli bir yemek için gerekenden çok, başkaları lüzumundan biraz az. Ama galiba esas mesele bundan kaynaklanmıyor. Şeyler yerlerinde değil. Soytarı kadrosundan karnını doyurması gerekenler mesela, bilim insanı statüsüyle ekranlarda, kürsülerde sahne alıyorlar.

Memleketin en komik ikilisi yarışması yapılsa, ben reyimi, herhalde tereddüt etmeden, Ortaylı-Şengör ikilisine verirdim. Zatıâlilerinin bilim insanıymış gibi görünmeye biraz olsun çaba harcadığı dönemde, akıllı uslu itirazlar dile getirmeye çalışmıştım. Şöyle şeyler de mesela

O vakitler bu beyler memleketin muhalif kesimi tarafından ilahlaştırılıyor, nadide bilim insanı açığını kapatmakta istihdam ediliyorlardı. Onlar da bu kadar ipten kazıktan kurtulmamış, ayakları daha yere basıyor gibi davranmaya çalışan şeylerdi. Ama yukarıdaki bağlantılarda yazdıklarım da şahittir, şimdi, bir vakittir Erdoğan’ın işine yarayacak laflar ediyorlar da ben onlardan soğumuş değilim —esasen Erdoğan’ın işine yarayacak laflar edip etmemeleri de insanları değerlendirirken müracaat ettiğim bir kriter değil. Başından beri soğuktum. Şengör’e en başından beri… Ortaylı’ya ise, hep dediğim gibi, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı hatırına belirli bir kredim vardı.

Kimseleri beğenmeyen bu mahlûkat, lisanlarını doğru dürüst kullanmaktan aciz, yazdıklarını gözden geçirip imlaları düzeltmeye üşenen şeylerdi, en başından beri. Ve yine de kimseleri beğenmiyorlardı, kendilerine ise hayran idiler. Bu vasıfsızlıklar bir insanda bir araya gelince, bence, o insandan soğumak için kâfidir. Ama mesele bunlarla sınırlı kalmadı, zatıâlileri birer televizyon ikonu haline terfi ettiklerinde, esasen ne kadar sığ, cahil ve —esas fenası— pervasız oldukları da ortaya çıktı. (Tekrarlayayım, daha muhalif kanadın kendilerini ilahlaştırdıkları dönemde…)

Uzun süredir kendilerine katlanamıyordum, geçenlerde YouTube’da bir video izledikten sonra, bu soytarıların bir arada katıldıkları bir vido başladı. Biraz izleyeyim, dedim. Jeolog olan tarih anlatıyor, tarihçi olan da elini çenesine dayamak filan gibi alışılmış jestleriyle diğerine gaz veriyordu. BBC’de mesela böyle bir sahneye şahit olsanız, hiç şüphe etmeden teşhisi koyardınız, aha bu ikili bir bilimsel tartışma parodisi sahneliyorlar. Bilim paravanının arkasında gerçekleştirilen sahtekârlıklarla eğleniyorlar. Ay ne kadar komikler!

Sahtekâr olmasalar yani, ne kadar komik olacaklardı.

***

İmdi…

Memleketimde makbul adam olmanın reçetesini veriyorum, kâğıdı, kalemi elinize alın.

Önce malzemeleri sayalım. Üç beş malumat, bolca mesnetsiz ezber, birer titr, sınırsız özgüven ve bolca alkışçı.

Malzemeyi hazır ettiyseniz, gerisi kolay, hiçbir tesisata ihtiyacınız yok. Alkışçılar dışındaki malzemeyi bir araya getiriyor, sabırla yoğuruyorsunuz. Başlangıçtaki pütürlü doku zamanla hafifleyecek, daha kaygan bir hal alacak malzeme. Elinizin hissiyatına güvenmiyorsanız, bir parçasını düz bir zemine atıp test edebilirsiniz —çiğ köftenin kıvamını test eder gibi. Çiğ köftenin aksine, eğer yapışmıyorsa, teflon tava yüzeyi gibi bir hal almışsa, tamamdır.

Artık alkışçıları ekleyebilirsiniz. Memleketin normal iklim şartlarında, normal nem oranında, normal ısısında, birkaç televizyon programı süresi içinde, mamul servis edilmeye hazır olur. Hissedersiniz zaten olduğunu… O da hisseder. Birden bakarsınız, her şeye rağmen muhafaza ettiği tereddüt buharlaşarak havaya karışır. Bildiği, bilmediği her mevzuda, kahvehane ağzıyla ve bilgisiyle ahkâm kesmeye başlar.

Artık afiyetle yiyebilirsiniz.

Mamulün tamamını kullanmayıp birazını maya olarak saklarsanız, bir sonraki seferde işlem daha çabuk, daha kolayca gerçekleşebilir. Bir tekinden binlercesi imal edilebilir. Ancak talep sınırlı olduğundan, aynı anda bolca imal etmek doğru da değildir.

Mamulünüzün kalitesini, büyük ölçüde, alkışçıların özellikleri belirler. Mesela ODTÜ, Mülkiye mezunları filan, daha kıvamlı, daha uzun ömürlü, tazeliğini daha uzun süre muhafaza edebilen mamuller üretmekte çok elverişli olur. İmam Hatip mezunlarının alkışıyla yapılanlar ise, genellikle, daha gevşek olur. Ağızda buruk bir tat bırakır. Genellikle mideyi bozar ve hemen her zaman da daha kısa sürede bozulur.

“E nasıl bulacağız biz her lazım olduğunda o kadar ODTÜ, Mülkiye mezununu” diye kaygılanmaya gerek yok, onlar her daim hazır ve nazırdır. Mamulünüzün sahip olmasını istediğiniz özelliklere göre bilim, sosyalizm, emek, sömürü, devlet filan gibi sinyallerden uygun olanları yaydığınızda, onlar sizi şıp diye bulur ve alkışlamaya başlarlar. Zaten aralarından birisi birini alkışlamaya başladığında, derhal, pek az fireyle, hemen hepsi katılır. Dolayısıyla sadece birkaç tanesini bulmak kâfidir, kalanını onlar temin ederler.

Ekstra çaba da lazım gelmez. Memleketin insanının birilerinin peşinden koyun gibi gitmesinden son derece bizar görünürler ama peşinden koyun gibi gidecekleri biri olmazsa kendilerini fena halde kaybolmuş hissederler. Dolayısıyla da birilerini alkışlamaya zaten pek teşnedirler. Yaptıkları her bir işi memlekete benzersiz hizmet olarak gördüklerinden, bir işe kalkıştıklarında hiç yüksünmezler. Ortaylı-Şengör ekürisi, imalatında müthiş emek harcadıkları son ürün değil ama ilki hiç değil. Memlekete sayısız benzer eser kazandırdılar. Sağ olsunlar, var olsunlar.

***

Dedim ama tekrarlayayım, bunları, Ortaylı’nın son dönemde saf değiştirmiş olduğunu düşündüğümden yazmıyorum. ODTÜ’lüyüm ama o kadar da değil.

Zaten yazmak istiyordum, hanidir aklımdaydı. Bu ilgi budalası, alkış budalası tipler, eğer memleketimin aydını kadrosunu kendilerinden başka kimselere yakıştırmayan zevzekler bu kadar hesapsızca peşlerinden gitmese, acaba işe yarar birileri olabilirler miydiler diye düşündüm uzun süre. Benzer birçoğu için “mümkündür” diyebilirim ama Ortaylı ve Şengör’ün, şimdi olduklarından başka bir şey olmaları bence pek mümkün değildi. Ruhları soytarı adamların. Neyin mahrumiyetiyse artık, çocukluklarında bir şeylerin mahrumiyetini fena halde çekmişler. Her nasılsa kapağı özendikleri, imrendikleri tarafa atmışlar. Tadını çıkaracaklar. Âleme parmak sallayacaklar, mutlu olacaklar. Sahip olduklarını hak etmek için çaba harcamaları gerekirse… Bozulurlar bak. Çabayı siz harcayacaksınız, onlar keyfini sürecekler.

Soytarılarından bilim insanı kadrolarını dolduran topluma da ne olursa artık… Görüyoruz. Daha da göreceğimiz var galiba.

***

Şu “ODTÜ-Mülkiye mezunu” dediğim —elbette bütün ODTÜ-Mülkiye mezunlarını işaret etmeyen ve fakat ODTÜ-Mülkiye mezunlarının dışında da birçok kişiyi işaret eden— kesim hakkında da diyeceğimi diyeyim.

Yan yana gördükleri herhangi iki şey arasında nedensellik ilişkisi kuruveren, bu yaptığı işi bilim zanneden, aldığı diplomanın ömür boyu imtiyaz sağlaması gerektiğinden zerre şüphe etmeyen, dolayısıyla yaptığı işin bilime sayılmasını da herkesten bekleyen bir tuhaf güruhtan söz ediyorum. Her istediklerini zannedebilir, kendilerine fanuslarının içinde istedikleri dünyaları kurabilirler elbette, beni neden ırgalasın!

Ama…

Kendilerinin ancak becerebildikleri şeylerin ölçülerini bir Türkiye standardı haline getirdiler. Adalet Ağaoğlu’nun yazdıklarını, kapağının içine ‘roman’ diye not düştükleri için romana saymamız, Şenay’ların, Ali Rıza Binboğa’ların yaptıkları gürültüyü müzik niyetine dinlememiz gerektiği onların fikriydi. Ancak o kadarını becerebiliyorlardı, ama onlara sorsanız biz ancak o kadarına layıktık. Şimdi pek demokratlar ama lüzum olduğunu varsaydıklarında beyaz Torosların arkasında durmakta —hatta gönüllü olarak direksiyonlarına geçmekte— tereddüt etmeyeceklerinden emin olabiliriz. Şimdi AİHM kararları uygulanmıyor diye Erdoğan devletine burun kıvıran onlar ama Özal AİHM mevzuatını getirdiğinde şirretçe itiraz eden de onlardı —kendi icatları olan Türkiye hukuk standardı için tehdit olduğundan.

Yarın mesela sevgili Ortaylıları veya Şengörleri başkan adayı olsa ve seçilse, sonra beyaz Toroslar fink atmaya başlasa, AİHM’ye sert yapılsa, coşkuyla destekleyeceklerdir —bunlar olmazsa şirretçe talep edeceklerdir. Yapanın eşinin başı örtülü olmasa, şimdi de desteklerler.

Konjonktüre göre kim olduğu değişse de, hep birilerine tapındılar. Konjonktüre göre hiç değişmedi, devlete hep tapındılar, tapınıyorlar. Meseleleri şimdi de devletle değil, devletin kendilerinin elinde olmamasıyla…

Erdoğan’ın bugün hovardaca harcadığı bütün cephaneleri bunlar biriktirdiler. “Tam bağımsızlık” filan gibi şatafatlı örtülerle ülkeyi içe kapatmak, antikapitalizm gibi şatafatlı bayraklar altında kamu kaynaklarının kendileri gibi düşünenlere yağmalatılması, hep bunların icadıydı. Muhayyel düzenleri hayatın gerçekleri ile çeliştiğinde aşırı güç kullanımını meşru görmeyi de onlar sokuşturdular toplumun bilinçaltına. Tek tip vatandaş onların fikriydi, çeşitlilikten hiç hoşlanmadılar. Özgürlük dediklerinde akıllarına sadece kendilerinin tuhaf Platonik projelerini tatbik etme özgürlüğü geliyorsa Erdoğancıların, onu da bunlardan öğrendiler. Dünyanın doğal akışı içinde olup biten her şeyin kendi nadide projelerine karşı kurulmuş bir kumpas olduğu zannı da bunların fideliğinde yetiştirilip memleketin dört bir yanına yayıldı.

Nedamet getirmediler, pişmanlık duymuyorlar. Neyse ki çocuklarının çoğu kendileri gibi olmadı.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin