Türkiye’de Makbul Adam Olmanın İlk Dersi

Lise son sınıfta doğru dürüst iki dersimiz vardı. İkisinden de çakacağım az çok belli olmuştu. Ders çalışmaya karar verdim. Bir akşam yurda herkesten önce girip, daha önce ders çalıştıklarına şahit olduğum arkadaşların yaptıklarını taklit ettim. Masanın üzerine kitapları, defterleri açtım. Kalemimi silgimi ihtimamla hazırladım. Ne var ki, hayatımda daha önce hiç ders çalışmamıştım, bundan sonra ne yapacağımı bilemedim. Hayatımın projesi akim kaldı.

Ders çalışmayı bilmesem de kafam çalışıyordu, “ne biçim soru bu, sprey de kullanmayın ayrıca” deme lüksüm olmadığını biliyordum. İyi ki hayatta her şey böyle değil.

***

Mesela Ali birader küçükken otomobil kullanmaya pek hevesliydi. Eline çember şeklinde bir şey geçirdiğinde hemen bir minder bulur oturur, annemin örgü şişlerinden birini de mindere vites niyetine saplar, motor sesini ağzıyla taklit ederek, çemberi çevirir dururdu. Kendi yaptığı şey ile sahiden otomobil kullanmak arasında bir fark olduğunun elbette farkında değildi. Kazara bir otomobili kullanan birinin kucağında direksiyonu eline geçirebilse, mutlaka ya bir yere çarpacak veya birini ezecekti. Kendi cehaletinden bihaber olduğundan, muhtemelen diyecekti ki “Bidon kafalı! Göbeğini kaşıyacağına önüne baksana!”

Ali’yi tenzih ederim, otomobil kullanmanın o taklit ettiği görüntüden ibaret olmadığını öğrenmesi için birkaç yaş alması yetti. Herkese o kadarı yetmeyebiliyor.

***

Bir sabah ansızın beni doktora yeterlilik jürisine davet ettiler. Bir istatistik sorusuyla başladılar. Belki uğraşsam cevaplayabilirdim ama “ben istatistik bilmem” demeyi tercih ettim. Az sonra aynı diyalog tekrarlandı. İş galiba inada bindi, üçüncüde “bırakmak istiyorsanız uğraşmayın bırakın, istatistik sorularını cevaplamayacağım” dedim. Bölümün yangında ilk kurtarılacak elemanlarından biriydim. Muhtemelen misafir jüri üyesine de böyle takdim edilmiştim. Verdiğim cevapla oda buz kesti. Neyse sonunda yeterliliği aldım, ama istatistik bilmediğim bölümde yayıldı.

Günlerden bir gün, bölümde istatistik dersleri veren biri, bir bitirme ödevi jürisinde bana, “dere intikamını alır” edalarında, istatistik öğretmeye kalkıştı. Anlatmaya çalıştığı şeyi bilmiyordu. “O laf öyle değil” der gibilerden itiraz ettim. Yüzüme tuhaf tuhaf bakıp, “ama sen istatistik bilmezsin ki” dedi. Yani ben istatistik bilmediğimi söylemişim ya, o ise istatistikçi ya, istatistik alanında onun her dediğini kabul etmeliydim. “İstatistik bilmem,” dedim, “ama senin kadar değil, bilmediğimi bilecek kadar bilirim.” Hiçbir şey anlamadı.

***

1990’larda ipini koparan, “ben mebus olmak istiyorum” diyordu. Karineleri basitti: Mevcut mebuslardan neyim eksik? Birkaç yıl önce kendi alanında başarılı bir hanımefendinin “ben bakan olmak istiyorum” lafını işitince, yeni bir faza geçtiğimizi idrak ettim. Daha önce profesör unvanlı zırcahil bir başkası da aynı iddiayla mebus olmuş ama bakan yapılmamasına fena halde içerlemişti.

Sadece politikacısı değil, profesörü, generali, yüksek bürokratı, köşe yazarı, romancısı, sinema yönetmeni aynı aklı yürütüyor bu ülkenin. Haksız sayılmazlar, eminim ki bir çemberi gelişigüzel çevirirken bir yandan da ağızlarından motor sesi çıkarabiliyorlar. İşler rayından çıktığında ne yapacaklarını da, bildiğini zannettikleri zevatı seyrederek öğrenmişlerdir herhalde: “Göbeğini kaşıma, sprey de kullanma, dere yatağına ev yapılır mı” diye millete söveceksin.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin