Tütsü
Tambora’yla devam edeyim.
Ama önce bir arkaplan…
Dünyanın ekseni eğik olmasaydı, yeryüzündeki her noktanın yıl içinde aldığı güneş miktarı aynı kalacak —Ekvator civarı çok, kutuplar ise az güneş almayı yıl boyu sürdürecek— mevsimler olmayacaktı. Mevsimler var ve Temmuz ayında kuzey yarıküre, güney yarıküreden daha sıcak oluyor. Tamam. Ama Temmuz ayında kuzey yarıkürede benzer enlemlerdeki her yer aynı hava şartlarına da sahip olmuyor. Çünkü mesela kutuplardan ekvator istikametine yönelen hava, dünyanın dönüşü yüzünden, doğuya doğru hâkim rüzgârlara sebep oluyor. Toprağın, suyun ve havanın farklı ısı depolama kapasiteleri yüzünden, karaların dağılımı alçak ve yüksek basınç alanlarının oluşumunu etkiliyor. Dağların dizilimi, hava akımlarının istikametini etkiliyor. Ve saire…
Netice?
Neticede yeryüzünde birbirinden farklı iklim bölgeleri oluşuyor. Nispeten sıcak ve nispeten soğuk bölgeler, nispeten nemli ve nispeten kuru bölgeler yan yana, iç içe mevcudiyetlerini sürdürüyorlar. Sayın ki sosyolojik mahalleler gibi…
Bu sayede birbirinden çok farklı faunalar ve floralar için elverişli bölgeler oluşabiliyor. Bu sayede canlılık çeşitlenebildi ve çeşitlenebiliyor. Bu sayede zenginlik var.
***
Tambora, tahminlere göre, yüz bin kilometre küp erimiş kaya ve külü gökyüzüne savurdu. Tambora’nın savurduğu maddenin önemli bir bölümü, dakikalar, en çok saatler içinde yeryüzüne düştü. Kimileri, patlamanın yol açtığı dehşetli hava akımının etkisiyle yüzlerce kilometre ötelere düşmüş olsa da, ilk birkaç saat içinde yeryüzüne dönen malzemenin yol açtığı etki, her şeye rağmen mahalli bir etki sayılabilir.
Tambora’nın havaya savurduğu malzemenin büyük bölümü birkaç saat içinde yeryüzüne düşse de, hepsi düşmedi. Onlarca kilometre yukarı çıkan külün bir bölümü, doğu-batı ekseninde, Ekvator boyunca yayılmayı sürdürdü. Aylar sonra İtalya’da kırmızı kar olarak yeryüzüne dönenler, büyük ölçüde o küllerdi.
Ama dahası var. Tambora, tahminlere göre, 55 milyon ton sülfür dioksit gazını da havaya savurdu. Sülfür dioksit, atmosferdeki hidroksitle reaksiyona girerek, yaklaşık yüz milyon ton sülfürik asit meydana getirdi. Son derece ince damlacıklar halinde yoğunlaşan sülfürik asit, iki hafta içinde dünyanın tamamına yayıldı. Eğer sülfür dioksit troposferde kalsaydı, çok daha kısa süre içinde yağışlarla yeryüzüne düşecek, atmosfer Tambora’nın kalıntılarından arınacaktı. Ama öyle olmadı, sülfür dioksit, yeryüzündeki çöllerden bile kuru olan stratosfere kadar yükseldiği için yağışlarla temizlenme ihtimali yoktu. Yerçekiminin etkisiyle ağır ağır düşene kadar aylarca atmosferde kaldı.
Ne olmuş oldu?
Tambora’nın havaya savurduğu malzeme farklı yoğunluklarda ve farklı kimyasal karakterlerde olduğu için, çok farklı davranışlar sergiledi. Kimisi mahalli sayılabilecek bir etki yaparken, başkaları dünyanın tamamında kendisini hissettirdi. Ama her yerde başka türlü…
Sülfür dioksit damlacıkları, atmosferin saydamlığını azalttığı için, dünya daha çok güneş ışığını yansıttı. Bu da daha az enerjinin yeryüzüne ulaşması demekti. Daha az enerji yeryüzüne ulaşınca, her yerde sıcaklıkların benzer oranlarda düşmesi beklenir ama öyle olmadı. Çünkü düşen sıcaklıklarla birlikte, yeryüzünün alışılmış hava akım istikametleri değişti. Yani, bir manada, iklim mahallelerinin üzerinden kadastro geçti ve —geçici de olsa— yeni mahalleler zuhur etti.
Filan…
***
Gelelim sadede…
Fransız İhtilalinin, Milli Mücadelenin, Cumhuriyet ilanının her birini birer volkanik patlama olarak görebiliriz. Ama onları geçip, daha yakın tarihli bir patlamaya gelelim. 1960’da Türkiye sosyolojisinin semalarına birçok şey savruldu. Bir bölümü kısa sürede yeryüzüne geri döndü. Bugün hakkında konuşulup duranların büyük bölümü, idamlar ve saire, bu kategoride sayılabilir. Onların hakkında konuşulup duruyor, çünkü kısa sürede yeryüzüne dönen bu malzeme, gözle görülür izler bıraktı yeryüzünde. Şurada yanmış bir bina kalıntısı, burada derin bir çukur ve saire…
Mesele şu ki, gözle görülmeyen bir tütsü kaldı Türkiye sosyolojisinin atmosferinde. Sera etkisi yapan, ülkenin ikliminin aşırı ısınmasına sebep olan bir tütsü… Olup bitenin kavramlar üzerinden konuşulmasını iyiden iyiye imkânsızlaştıran bir sıcaklık hâkim oldu Türkiye’nin siyasi iklimine. Türkiye coğrafyası kabaca, yüzde 70-30 oranında, iki iklim bölgesine bölündü. Her ikisi de fazla sıcak ama biri fazla kurak, diğeri fazla nemli iki iklim bölgesine…
Sonra aynı volkan, 1980’de patladı. İlki, ne kadar gürültülü olsa da, savurduğu malzeme miktarı sınırlı olan bir patlamaydı. İkincisi askerleri ve polisleri neredeyse her haneye savurdu. Neredeyse her haneden bir “ah” sesi çıktı. Derken 28 Şubat’ta aynı volkan bir daha patladı. Bu defa gözle görülür malzeme çok azdı ama memleketin atmosferini nerdeyse tamamıyla bir tütsü kapladı. Yıllardır soluduğumuz zehirli hava, 28 Şubat’ın marifeti. Ve AKP, o zehirli havada yetişemeyen tahıl, meyve, sebze gibi şeylerin boşalttığı alanı kaplayan yabani otlar…
***
Bu arada şu da oluyor ama…
Bir yandan da AKP otlarını besleyen zehirli yağmurlar, Türkiye atmosferini temizliyor. Mesela darbe mevzuu o kadar aşırı kullanıldı ki, bundan sonra siyasi malzeme olarak kullanılabilirliği kalmadı. Şimdi bile iş yapmıyor. Mesela din o kadar aşırı kullanıldı ki, artık siyaseten iş yapma kabiliyeti kalmadı. Eh, memleketin siyasi atmosferini zehirleyip duran volkanın bundan böyle patlama şansı da yok…
7 Haziran’da sandığa yansır mı bütün bunlar? Bilemem. Ama 7 Haziran sonrasında başka bir Türkiye’nin imkânları zuhur etmiş olacak. Bu imkânları değerlendirebilecek miyiz? Halimiz ve istikbalimiz hakkında kafa yoranlarımız olacak mı? Tarihi şöyle sükûnetle gözden geçirebilecek miyiz? Bilemem. Ama bütün bu gecikmiş işleri yapmak için fırsat doğacak, onu biliyorum.