Ukrayna, ah Ukrayna!

Farkındasınız değil mi, kimse Rusya’nın haklılığından söz edemiyor, özelde NATO’nun, genelde Batı’nın haksızlığını gözümüze sokmaya çalışıyor bazıları. Diğerleri de Batı’nın haklılığından değil, Rusya’nın, Putin’in haksızlığından şikâyetçi. Ukrayna haksız, Türkiye haksız. Güneyde Esad haksız, Rusya haksız, Türkiye haksız, bölgeyi yangın yerine çeviren ABD ve müttefikleri zaten topyekûn haksız, İsrail keza, İran’ı neresinden tutacaksınız!
Haklılık/haksızlık tartışmayı beyhude buluyorum. Ve fakat herkesin bu kadar bariz bir biçimde haksız olduğu durumların da nadirattan olduğunu hatırlatayım. Bezdirici Soğuk Savaş yıllarında mesela, dünyanın dört bir yanında gizli servisler kanlı oyunlar tezgâhlarken ve yığınlar o oyunlara gönüllü yazılırken de bütün oyuncular haksızdı. Ama o haksızlıkların üstü örtülebiliyor, haksızlıklara mazeret bulunabiliyor, herkes kendi haklılığını tok bir sesle, göğsünü gere gere ileri sürebiliyordu. O günleri özlediğimden değil, içinde yaşadığımız şartlar ile arasındaki kontrast yardımıyla, günümüze ışık düşürebilmek için hatırlatıyorum.
Şimdi kimse “Putin haklı kardeşim” diyemiyor, “ya NATO verdiği sözleri tutmayıp adım adım Rusya’nın gırtlağını sıkarken ne yapsaydı” diyebiliyor, cılız bir sesle. Veya “Batılılar haklı, Ukrayna haklı” demek de o kadar kolay değil, “yani Rusya’nın yayılmacılığını öyle seyredecek misiniz” diye soruyorlar ancak.
Bir şey çıkarsa, işte buradan çıkacak. Daha doğrusu, bir şey çıkacak ve işte tam da buradan, herkesi haksızlığa mahkûm eden şatlardan çıkacak. Daha da doğrusu, herkesin haksızlığa mahkûm olmuş olması da gösteriyor ki, eski sandıklardan yeni mevsime uygun bir şey çıkmayacak, yani bir şeyler dikmek zorundayız.
Putin’in koskoca Sovyetler dönemini pas geçip Çarlık döneminin hayallerine dönmek zorunda kalması, Erdoğangillerin bütün bir Cumhuriyet dönemini pas geçip Osmanlı hayallerine dönmesini çok andırıyor. Kimsenin satacak bir gelecek hayali yok, eskisini parlatıp vitrine koymaktan medet umuyorlar. Olacak iş değil.
Öte tarafta Batı, “ulan gazımız kesilmesin, ilave mülteciler gelmesin”den gayrı bir hayale sahip değil. Düşmedikleri her günü kâr sayacak kadar kısırlaşmış, kısırlığını gizleyebilmek için her gün daha büyük yalanlar söylemek ve o yalanları daha şirretçe yutturmaktan başka çaresi kalmamış bir zombiyle muhatabız.
Bir düzen ölüyor.
…Du.
Öldü.
İmparatorluklar çökerken söz temsili, “eyvah, dünya dizginlenemez bir kaosa sürükleniyor” diye yazıp çizenlerden geçilmiyordu. Bir bakıma haklı çıktılar, dünya dingin, sakin bir yer olmadı. Ama o günlerden bugünlere, ortalama hayat süresini şu kadar uzattık, bebek ölümlerini şu kadar düşürdük, şu kadar milyar insanı okuryazar, yüzlerce milyonunu üniversite mezunu yaptık, ağır beden işçiliği ihtiyacını neredeyse sıfırladık…
Dünya dingin bir yer olmadı, bundan sonra da olmayacak. İyi ki olmadı ve olmayacak. Ama bambaşka, daha adil, daha çeşitli, daha merkezsiz, daha sağlıklı, daha bilgili bir yer olacak.
Gençliğinde bıçkın, uzlaşmaz, öfkeli olan ama bir yığın iyi iş yapmış olan bir “şey” öldü, ölüyor. Yaşlılığı çekilir gibi değildi. Şimdi bizi onun babasının, dedesinin hatıralarıyla avunmaya davet edenlerin zavallılığına bakmayın. Mesele, bütün iplerin aynı ellerde toplanmış olmasından kaynaklanıyor.
Ve…
Dünyanın geleceği hakkında doğru dürüst hayaller kuramayanların klavyelerin başına geçip “kim haklı, kim haksız” diye muhasebe yapmayı marifet sayıyor olmalarından…