Yerseniz

Misafirleriniz var diyelim. Onları, övgüsünü çok duyduğunuz bir restorana götürdünüz. İyi ki oraya götürmüşsünüz. Servis çok şık. Garsonlar iyi eğitilmiş. Ortam müthiş. Belli ki tasarımı için çok kafa yorulmuş, çok para harcanmış. Derken yemekler geldi. Restoran hakkındaki ilk intiba da buhar oldu. Çünkü yemekler berbat.

Bir sonraki hafta, başka misafirleriniz geldi. Haklı olarak, onları başka bir restoranda ağırladınız. Orada da benzer bir tabloyla karşılaşsanız ne yaparsanız? Her gittiğiniz yeni restoranda yeni bir şıklıkla, yeni bir incelikle karşılaşsanız, ama hiçbirinde yediklerinizden tatmin olmasanız?

***

2007 seçimlerinde, oy kullanan her beş seçmenden üçünün, yaptığı tercih içine sinmemişti. Göründüğü kadarıyla 13 Haziran günü bu oran düşmeyecek. Aksine, artacak.

Damak zevki olmayan, âlemin kendi gördüğünden ibaret olduğunu zanneden birileri, garsonların kıyafetinden, mekânın tasarımına kadar bir yığın alakasız mevzuu konuşturup duruyor bize. Durmadan bunları yazıp çiziyorlar. Televizyon ekranlarında bunları anlatıyorlar.

Yılmazlar, Çillerler bu sayede piyasada isim ve müşteri sahibi oldular. Restoranlarını bu yazılıp söylenenlere göre tasarladılar. Haklarında övgüler düzüldü. Bir yığın kişi de restoranlarını birer defa ziyaret etti.

Yılmaz’ı, Çiller’i anlamak müşkül değil. Hem acemiydiler, hem de mutfak işlerinden (yani siyasetin aslından) anlamadıklarından, vitrinle uğraşmak işlerine geldi. Ama ahali de budala veya zevksiz değil ne yazık ki. Yılmazların, Çillerlerin dükkânlarına ikinci bir defa gitmedi. Lakin mesele şu ki, Erdoğanlar veya Baykallar onlardan daha akıllı çıkmadı. Onların akıbetinden ders de almadı. Neticede her beş kişiden üçü, memnuniyetsiz. Siyaset düzeni tatmin üretmiyor. Bize sunulan menülerin hiçbiri bizim arzuladığımız, ihtiyaç duyduğumuz şeyleri ihtiva etmiyor.

***

1990lar boyunca, İstiklal Caddesi civarında, ince belli bardakla, demlenmiş çay içmek imkânsızdı. Çay istediğinizde önünüze bir fincan sıcak suyla bir poşet getiriliyordu. Haklarını yemeyelim, fincanlar şık, fincanları getiren garsonlar terbiyeliydi.

Memleketi nezihleştirme kararlılığında olanlar, İstiklal Caddesi civarında başarıya ulaşmışlardı. Performansları hızla yayılıyordu da… Çok geçmeden Anadolu Üniversitesi Kampusu içinde de kafeler açılmaya başladı. Onların nesi eksik? Onlar da çayı benzer tarzda sundular. Hâlbuki kafelerden birinin sahibesi hanımefendi, kendisi, çayı ince belli bardakta içiyordu. Bir sabah aramızda tatlı bir tartışma yaşandı. Hanımefendi garsonları çağırıp bana, ama sadece bana, çayı bardakla servis etmelerini buyurdu.

Kampus içindeki işletme birkaç yıl içinde el değiştirdi. Yerini, çayı ince belli bardakla sunan bir işletme aldı. Hanidir İstiklal Caddesinin ara sokaklarında da çay doğru dürüst, çayın hak ettiği gibi servis ediliyor. Çünkü millete ısrarla sıcak su ve bir poşet servis edenler battılar.

Siyasi partiler de batıp duruyor. Ama batanların yerini alanlar, aynı budala akıl hocalarının akıllarıyla, aynı budalalıkları yapıp duruyorlar. Endüstriyel akılla endüstriyel ürünler sunuyor, sonra da “fark yaratacağız” diye manasız faktörlere akıl almaz kaynaklar aktarıyorlar.

Seçmenlerin beşte üçünün, “filanca partiye oy verdim ama içime sinmiş değil” dediği bir ülkede yaşıyoruz. Akıllarını endüstriyelleşmeyle bozmuş birileri ne olup bitmekte olduğunun farkına bile varamıyor. Israrla adayları, proceleri, billboardları, broşürleri konuşalım istiyorlar. Siyaseti bunlardan ibaret bir şey zannediyorlar. Siz de öyle zannetmeyi sürdürün istiyorlar.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin