Acıklı Haller

Zırvayı tevil etmeye çalışan “yandaş”ların hali acı veriyor. Ne de olsa kendi türüne mensup birilerinin bu hale düşmesini insanın içi kaldırmıyor. Vaktinde, bin yıl sürecek düzenler tesis ettiklerini iddia eden, kudretten başı dönmüş paşaların zırvalıklarını tevil etmeye uğraşan Ertuğrul Özkökler ve saire için de benzer şeyleri hissetmiştim. Cümlelerin nesneleri değişiyor ama cümleler baki kalıyor bu memlekette. Hoş bir seda olmasalar da…

Abdülkadir Selvilerin filan halleri içler acısı. Ama galiba en acıklı halde olanı Akif Beki yine… Neymiş, Erdoğan ve Davutoğlu, sistemin işlemediğini millete göstermek için ipi kontrollü bir biçimde geriyorlarmış da, ne kadar incelikli bir iş yapıldığını idrak edemeyen Gökçek hop diye atlamış, bir çuval inciri berbat etmiş. Filan.

Erdoğan’ın herhangi bir şey okuduğunu zannetmiyorum. Beki’yi de… Ama kazara okusa, “aferin ulan bizim oğlana, uçağa alınmayı hak ediyor” der mi? Bence demez. Çünkü Beki’nin yazdıklarının, Beki’nin tevil etmeye çalıştığı şeyden bile daha zırva olduğunu o bile fark eder. Fark etmez de, hisseder. Beni neden alakadar ediyor peki? Şundan. Beki’nin yaptığı şey, olup bitene bir niçin uydurmak… Başkaları nedenler üzerinde dururken, o bir niçin uydurarak darbeyi savuşturmaya çalışıyor. Besbelli, bu yaptığı tercih farkını çok zekice buluyor. Eh, zekası kıt bir adama zekanın onun sahip olduğu şey olmadığını anlatabilmenin bir yolu yok.

Yok, sahiden yok.

Aklıma John Madden’in Proof filmi geliyor. Dâhi bir matematikçinin (Anthony Hopkins) iki kızından biri (Gwyneth Paltrow) de dâhidir. Diğeri ise sıradan biridir. Dâhi kız matematiksel bir kanıt üretir. Ama ablasını, o kanıtın kendisine ait olduğuna inandıramaz. Filmi seyrederken hissedersiniz ki, bir dâhi olmadığının farkında olan ama —babasının ve kız kardeşinin aksine— pek dengeli olduğundan da hiç şüphesi olmayan, daha doğrusu bildiği şeylerin hiçbirinden şüphesi olmayan, dahası dünyada her bir problemi de bildiklerinden hareketle çözebileceğinden de şüphesi olmayan, özetle şüphe nedir bilmeyen ablayı inandırmanın hiçbir yolu yoktur. O öyle yaşayıp gidecektir işte…

Mesele böyle ablaların mevcut olmasında değil. Böylelerinin memlekete vaziyet edecek kudrete sahip olmasında da değil. Böylelerinin, kendileri gibi olanlarla dengelenemiyor olmasında. Yoksa dâhi kızlar zaten seyrek olacaklar ve babalarına bakarak, babalarının son yıllarını tımarhanede değil de kendi evlerinde geçirmelerini sağlayarak filan hayatlarına mana katacaklar. Hayata mana katmaları için A330’un daimi yolcusu olmaya ihtiyaçları olmayacak. Dolayısıyla meydan hep, her yerde, hiçbir şeyden şüphe etmeyen dolayısıyla da şüphesi olan insanlarla empati kurma şansı asla olmayan sıradan ablalara kalacak. Tekrarlayayım: Bu halde bir beis yok. Ama şüphe etmedikleri gerçekler birbiriyle çelişen farklı ablalar birbirini denetleyemiyor, dengeleyemiyorsa… İşte o vakit yandık.

***

Neyse… Ne diyecektim ben ya?

Bir defa, eğer Gökçek Arınç’ı dava ederse, Arınç da eteğindeki taşları dökerse… Eğer Arınç’ın iddia ettiği gibi olacaksa, yani bundan Gökçek zarar görecekse… Arınç bütün bu bilgileri şimdi neden saklıyor? Neden seçimden sonra açıklayacak? Buna hakkı var mı? Kanunen var mı? Kanunu geçtik, hani bize durmadan sattıkları İslam açısından var mı?

Arada demiş olayım ki, Arınç’tan filan çok şey beklemeyin.

Asıl mesele şu: Arınç’tan bekleyemeyeceğimizi AKP’ye oy verenlerden bekleyebilir miyiz? Kendinizi mesela Abdülkadir Selvi yerine koyun. Kameraların karşısında Arınç-Gökçek itişmesini yorumlaması gerektiğinde Arınç’ın yanında yer almasını Arınç’ın “temiz kalmış biri” olmasıyla açıklarken, AKP’de kirlenmiş çok kişi olduğunun farkında görünüyordu. E, peki buna rağmen neden AKP’yi kurtarmak için bunca dil döküyor? Kirlenmeyi umursamıyor, temizliği önemsemiyor diyebilir miyiz? O halde de başka bir soru zaruri oluyor: Neden Arınç’ın temiz kalmışlığını bir meziyet olarak görüyor?

Selvi’yi yazın aklınızın bir yanına. Şimdi ortalama AKP seçmeninin olup biteni nasıl izlediğine bakalım. AKP’nin içinde birilerinin hırsızlık yapıyor olduğunun uluorta konuşulmasını istemiyorlar. Çünkü bilmek istemiyorlar. Bilirlerse, inkâr edemeyecekleri şekilde bilirlerse, gidip ampulün altına mührü basmayı içlerine sindiremeyecekler. “Bilmiyordum” demenin konforunu muhafaza etmek istiyorlar. Dolayısıyla Gökçek Ankara’yı nasıl satmış, onunla ilgilenmiyorlar. “Partimizin içinde böyle bir çatlak görünmeyeydi” diyorlar.

Çünkü kararlarını vermişler, AKP’ye oy verecekler. Verdikleri oyun meşruiyetine halel getirecek bilgilere sahip olmak istemiyorlar. Tuhaf mı görünüyor size? Değil. Çünkü siz de aynı şekilde davranıyorsunuz. CHP’ye, MHP’ye, HDP’ye oy veren, verecek olanlar da öyle davranıyor.

Ama zaten sadece siyasette değil, her alanda öyle davranıyorsunuz. Akşam’da yazarken yazmıştım yanlış hatırlamıyorsam, araştırmaların gösterdiğine göre, biz bir otomobil almadan önce dergilerdeki otomobil reklamlarına bakmayız. Otomobil aldıktan sonra bakarız. Yaptığımız tercihin haklılığına dair deliller bulabiliriz ümidiyle bakarız.

Dolayısıyla AKP’ye oy vermeyi kararlaştırmış olan seçmen için, insanların dürüst olması filan gibi faktörler önemli. Ama daha önemli başka şeyler var. O daha önemli şeyler uğruna, paketten çıkan pis kokulu şeyleri de mecburen satın almak zorunda kalıyorlar. Hırsızlıkları, Erdoğan’ın nobranlığını, Gökçek’in seviyesini, ve saire…

O daha önemli şeyler ne peki? Uzatmayayım: “Aha işte zaten kendileri de hırsız ruhlu olduklarından, hırsızlığa ortak olduklarından hırsızları destekliyorlar” deniyor mu, iş bitiyor. “Zaten kendileri de nobran, ancak nobranlıktan anlıyorlar” veya “işte zaten onların seviyesi de Gökçek’in seviyesi” deniyor mu, tamam. Birilerinin kendileri hakkında zaten bir yığın kanaati satın almış olduğunu, şimdi dergi sayfalarının arasında bu kanaati doğrulayacak her reklama mal bulmuş Mağribi gibi saldırdığını görüyorlar ve kendilerini o birilerine karşı koruyabilmek için AKP kalkanının arkasına saklanıyorlar.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin