Dünyanın dört bir yanında, olmasına ihtimal bile veremeyeceğimiz şeyler oluyor. Rusya, savaşın başında kaçmış bir helikopter pilotunu İspanya’da infaz ediyor. Bunca işin gücün arasında böyle bir önceliğin olması tuhaf değil mi? İsrail fütursuzca sivilleri öldürüp duruyor ve “insan hakları, uluslararası hukuk, bu tür şeyler bizden sorulur, siz az gelişmişliğinizle böyle şeylere burnunuzu sokmayın” deyip durmuş,
Burak Bilgehan Özpek, hem Daktilo 1984’te ve hem de Medyascope’ta demiş ki mealen, “bir terör faaliyetinin ardından ABD’yi resmi ağızlardan suçlamak olacak iş değil.” Böyle bir iş işlendiğinde, artık ABD ile ilişkilerin dondurulması, ABD’ye yakın duran herkesin ihanetle suçlanabilmesi filan gerekirmiş. Haklı mı? Bence dibine kadar haklı. Mesela Mavi Marmara hadisesinden sonra olanları hatırlayın. Ama
Nişanyan yazdıkları ve söyledikleriyle, beni ürkütüyor. (Beni ürkütmenin onun umurunda olduğunu zannetmiyorum, hatta öğrenirse, beni ürkütmüş olmaktan mutlu da olabilir, bilemem.) Almanya’nın Lidl ve Rusya’nın Mere süpermarketlerinin Avrupa perakende pazarındaki maceralarından yola çıkıp “Ukrayna savaşı hakkında bilmeniz gereken her şey bundan ibarettir” diye bitirirken ne kastettiğini anladığımı zannediyorum. Lakin bir mesele var: Kendisinin anlattığı hikâyede
Ukrayna ve Ukraynalılar için üzülüyorum. Bir adım daha atarak diyebilirim ki, Ukrayna’nın emperyalizmin kurbanı olduğunu düşünüyorum. Bir antiemperyalist olarak, Ukrayna’nın düşürüldüğü hale öfkeleniyorum. Dün videoda dedim ki, “bu vatanseverliktir” demekle “vatanseverlik budur” demek aynı şey değil. Benzer şekilde “bu antiemperyalizmdir” ifadesi “antiemperyalizm budur” ifadesinden çok farklı. “Antiemperyalizm budur” der duruma düşmekten ürküyorum ama çiğ bir
T24’te arka arkaya iki haber: Birincide Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na açtığı tazminat davası, ikincisi Bahçeli’nin “HDP’yi kapatın yoksa ben yapacağımı bilirim” tehdidi… Başlıklar kâfi, içlerine bakmaya lüzum yok. Ne görüyoruz? Kendilerine politikacı diyen, birileri tarafından ahaliye politika ustası olarak kakalanan, her dediklerinin arkasında derin manalar aranan iki soytarı, politika alanındaki topları hukuk alanına ittirmeye çalışıyorlar. Çünkü top
1970’lerde bir roman okumuştum. ABD’de Başkan ölüyor, Başkan Yardımcısına —şimdi hatırlamadığım— bir şey oluyor, onun yerine Başkanlığa vekâlet etmesi gereken her kimse bir sebeple devre dışı kalıyor filan… Başkanlık siyahi bir yargıca kalıyordu. Romanın üslubu, pek de saklamaya ihtiyaç duymadan, ABD’de böyle katlanılmaz bir halin de ihtimal dâhilinde olduğunu, kazara işler böyle gelişirse ABD’de ne
Bir esnaf düşünün, tek oğlunun da esnaf olmasını, kendi işini devralmasını, geliştirmesini hayal ediyor, oğluna bu istikamette telkinde bulunuyor. Bir de komşusu esnaf var, onun da tek oğlu var. O ise oğlunun okuyup mühendis olmasını hayal ediyor, bu yönde telkinde bulunuyor. Oğlunun mühendis olabilmesi için kendisinin üstüne düşen neyse onu tespit etmeye ve yapmaya gayret
ABD’de Trump diye bir adam seçiliyor, kıyamet tellalları başlıyor, “biz diyorduk ‘insan kötü’ diye, inanmıyordunuz, demokratik değerler ancak bizim mensup olduğumuz küçük bir azınlığın geliştirdiği, sahip çıktığı, kırılgan değerler, yığınlar berbat, dünya da medeniyet de onlara bırakılamaz” filan diye. Fotoğrafa bakıyorlar, aynı ABD’de daha önce Obama’nın iki defa üst üste seçilmiş olmasını filan umursamıyorlar, ellerindeki
“ABD’de kan gövdeyi götürüyor, pandemide ikinci dalga gelecek mi kaygısı bir yanda, ekonomik kriz ilmeği boynumuza geçirmiş sehpanın ne zaman tekmeleneceğini bekliyoruz, Epikür nereden çıktı şimdi” demeyin. Pandemiden önce de işler yolunda değildi, “acaba ilacı Epikür’ün formüllerinden türetebilir miyiz” diye finansman arayışına çıkmış olanlar vardı. Pandemiye gösterilen aşırı reaksiyon, bir manada, Epikür’ün telkinlerini hemen hepimize
Tablonun ortasında bir beyaz polis var. Ümit Kıvanç onu şöyle tarif etmiş: “İri kıyım George Floyd’u yere yatırmış, diziyle boynuna basan, eli cebinde, evet, cebinde!, bir insanı bu şekilde işkence ederek öldürürken en ufak rahatsızlık duymadığı belli olan, aksine, hep aradığı fırsatı bulmuş birine özgü memnuniyeti derisinin bütün gözeneklerinden havaya saçan, öyle ki, o saçılanların