Kalkışma Yok, Kabarma Var
Dünyanın dört bir yanında, olmasına ihtimal bile veremeyeceğimiz şeyler oluyor.
Rusya, savaşın başında kaçmış bir helikopter pilotunu İspanya’da infaz ediyor. Bunca işin gücün arasında böyle bir önceliğin olması tuhaf değil mi? İsrail fütursuzca sivilleri öldürüp duruyor ve “insan hakları, uluslararası hukuk, bu tür şeyler bizden sorulur, siz az gelişmişliğinizle böyle şeylere burnunuzu sokmayın” deyip durmuş, deyip duruyor olanlar, kınamayı geçtik İsrail’e silah yardımı yapmayı sürdürüyorlar. İsrail’e yönelik en ufak eleştiriyi dile getirenlerin başları belaya giriyor. Üstelik sadece insan haklarının, uluslararası hukukun şampiyonları arasında değil, mesela Kâbe’de veya Erdoğan’ın mitinglerinde de… Türkiye’de Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan, abuk sabuk politikalarla memleketi olağanüstü yoksullaştırmış olan, deprem öncesinde ve sırasında aciz kalması yetmemiş gibi sonrasında da iflas etmiş olan, madenlerinde bir defa daha suçüstü yakalanmış olan siyasi iktidar, mahalli seçim öncesinde yine üst perdeden ahkâm kesiyor ve —görüldüğü kadarıyla— beş yıl önce kaybettiklerini geri kazanabilecek gibi de duruyor —yani kendisine fatura kesilmiyor. ABD demokratları, yürümekten, konuşmaktan aciz bir zavallının yerine utanılmayacak bir oyuncu çıkaramıyor, cumhuriyetçileri bir manyak tarafından felç edilmiş. Avrupa gözüne far tutulmuş tavşan gibi, kendisine tehdit olarak gördüğü ne varsa hiçbirine anlamlı bir reaksiyon geliştiremiyor. Sanki gün ağarınca idam sehpasına çıkarılacağını bilen bir mahkûmun gecenin sona ermesini beklemesi gibi, saat dolsun diye bekliyor.
Ve saire…
Elbette farkındayım, hiçbirisi yeni şeyler değil. Ama her geçen gün, “artık bu kadarı olmaz” denenler oluyor, rekorlar henüz çok tazeyken bir defa daha kırılıyor. Uzun süredir böyle yaşıyoruz ve bir süredir, eli klavyeye gidenlerin önemli bir bölümü, bize üçüncü Reich Almanyasını, Carl Schmittleri, Hobbesları hatırlatıyorlar.
Evet, geçtiğimiz haftalarda çiftçiler Avrupa’nın birçok şehrinde hayatı bir süreliğine felç ettiler. Ama bugün yaşadığımız ve girişte uzun bir paragrafta son derece küçük bir kısmına işaret ettiğim hadiselerin hiçbiri sosyal kalkışmalardan kaynaklanan şeyler değil. Dünyanın dört bir yanında, bütün toplumların neredeyse bütün sosyal kesimlerinde alışılmamış bir huzursuzluk var, amenna. Ama son dönemdeki son kalkışma sayılabilecek Suriye’de bile, mevcut durumu huzursuz kesimlerin otorite boşluğundan istifade ortalığı karıştırması olarak okuyamayız. Kalkışanlar kaybettiler ve muhtelif otoriteler birbirilerine karşı dövüşüyorlar. Irak’taki durum bile lüzumundan fazla güçlü otoritelerin Irak topraklarında itişmesi olarak okunabilir.
Olup biten ve her gün vites yükselten zırvalıkları, otorite boşluğundan istifade etmeye çalışan sosyal kesimlerin mevcut oyunu değiştirmeye çalışmasından kaynaklanan şeylerle bir tutamayız. Bu tespiti önemsiyorum, çünkü Schmittler, Hobbeslar, tam da otorite boşluğu yüzünden mümkün olmuş olan düzen kaybı dönemlerinde genç olmuşlar, düşünmüşler ve yazmışlardı.
Yani bugün Zizeklerin “teknokratik sosyalizm” filan gibi zırvalarla benzer ilaçların yeni versiyonlarını teklif etmesini gerektirecek şartlar yok. Problemlerimiz devletlerin zayıf olmalarından kaynaklanmıyor, hatta fazla güçlü olmalarından kaynaklandığını kolaylıkla söyleyebiliriz.
İki netice çıkarıyorum.
Birincisi, “bu sosyal medya ortalığı karıştırıyor, dezenformasyona karşı tedbir alalım” veya “yapay akıl teknolojilerini şöyle merkezi bir örgütlenmeyle kontrol etmek gerekiyor” veya “dertlerimizi ancak teknokratik sosyalizmle tedavi edebiliriz” filan gibi zırvalarla kafa ütüleyenler, genellikle bize Hobbesları, Schmittleri filan hatırlatanlarla aynı. Neredeyse bir tek özne olarak görülebilecek kadar ortak özellikleri olan geniş bir zümreden söz ediyoruz. Akademinin neredeyse tamamını, anaakım klasik medyanın çok büyük bir bölümünü, finans sektörünün üst katlarında ikamet edenlerin hepsini ihtiva eden bir merkezi var. Yakın bir geçmişe kadar kendi meşruiyetini akla —bizden daha akıllı olmalarına— yaslayan, bir süredir ise bir ahlaki üstünlük iddiasıyla iş gören bu çekirdek, o ahlaki üstünlük halesinden kendisine bir hisse devşirmeye heveslenen, hayatlarına bu yolla —kolay yoldan— bir mana, bir derinlik katmayı hayal eden çok geniş bir kesimi baştan çıkarmış durumda.
Ortada yakın bir tehdit, bir tehlike yok. Ama uzunca bir süredir sürekli alarm zillerini çalıyorlar. Onlara kalırsa çevre, kadınlar başta olmak üzere bütün dezavantajlı kesimler, uluslararası düzen, binlerce yıllık kazanımların sembolü olarak demokrasi hep tehdit altında. Bu hanımlar ve beyler kışkırttıkları kesimlerle birlikte, tehdit altındaki bütün değerler için göğüslerini siper etmiş durumdalar. Hâlbuki hal böyle görünmüyor. Göründüğü kadarıyla, bir süredir işlerin yolunda gitmemesinin faturasının yollandığı kesimler mevcut oyunu bozmaya karar vermiş, üst katlarda ikamet eden bu hanımların ve beylerin düzenine çomak sokmaya yeltenmiş durumdalar. Bu işi de mevcut düzen içinde, oy vererek yapmaya çalışıyorlar. Fikirlerini söyleyerek ve yaymaya teşebbüs ederek yapmaya çalışıyorlar. Ortada kalkışma yok, çünkü otorite boşluğu yok, çünkü otorite zaten malum öznenin elinde.
Çıkardığım ikinci netice ise, ahlaki üstünlük üzerinden meşruiyet devşirmeye çalışanların hepsi —sadece ABD’nin demokratları, Avrupa’nın liberalleri değil, sıkışınca bizlere tarih dersleri veren Putinler, Erdoğanlar dâhil hepsi— fena halde suçüstü yakalanmış durumdalar. Kimsenin müdafaa ettiğini iddia ettiği değerlere zerre kadar saygısı olmadığı, günü kurtarmaktan daha fazlasına aklı ermediği, hepsinin günü kurtarabilmek için de her türlü ahlaksızlığı yapabileceği gizlenemeyecek kadar açığa çıkmış durumda. Dolayısıyla Hobbeslerın, Schmittlerin bize söyleyecek sözü yok. Esasen bugünküne benzer bir krizle daha önce hiç karşılaşmadı insanlık, dolayısıyla geçmişteki herhangi bir öznenin bize söyleyecek bir sözü yok.
Bahse konu olan özne, pandemide, neredeyse bütün dünyada —tekrarlayayım iktidardaki ideoloji ne olursa olsun hemen her yerde— tasavvur bile edilemeyecek bir manasızlıkla, milyarlarca insanı evlerine hapsetti. Gerçekten de tarihte benzeri görülmemiş bir güç gösterisiydi. Ancak, bana öyle geliyor ki, o tecrübeyle gücünün sınırlarını da test etti —ve zannedildiği kadar güçlü olmadığını fark etti. Sadece bir defa daha benzer bir teşebbüse cüret edemeyeceğini iddia etmiyorum, ilaveten, rıza üretme kapasitesinin zaten çok dar olduğunu, giderek de daralıyor olduğunu iddia ediyorum. Kanlı bir mücadeleyi göze almadan, kalkışmaya dönüşmeyen kabarmayla baş edebilecek kabiliyetleri yok.
Böyle bakınca, Trumplar, Putinler, Erdoğanlar, biçimsiz oyunlarını bir gün daha sürdürmekten başka bir ufku olmayan bu zevatın son can simitleri gibi görünüyor.
ongorulerinizde cok fena cuvalladiginiz yerel secim sonuclarina dair yorumlariniz?
Selamlar. Hocam bence kaygılanmalarının bir sebebi var bu videoyu izlediğinizde daha iyi anlayacaksınız.
https://youtu.be/UuuDjqNyxyw?si=hJ7cqqqWEGVy5HqJ
Richard Lindzen diye emekli bir atmosfer fizikçisi var. Harvard, MIT gibi yerlerde görev almış; bir fizikçi olarak ne kadar başarılı olunabilirse o kadar başarılı olmuş. İklim geyiklerinin başlayıp büyüyüp serpilmesimin; eleştirenlerin “shun”lanmasınının; akademi/medya/siyaset odaklarının bunu çeşitli sebeplerle hemen sahiplenmesinin birinci elden tanığı. Youtube’da kimi kanallara olayları anlatmış, bilim yapmaya çalışan “normal” birinin ağzından süreci dinlemek isteyen olursa tavsiye ederim.