Birinci Yol

Bir esnaf düşünün, tek oğlunun da esnaf olmasını, kendi işini devralmasını, geliştirmesini hayal ediyor, oğluna bu istikamette telkinde bulunuyor. Bir de komşusu esnaf var, onun da tek oğlu var. O ise oğlunun okuyup mühendis olmasını hayal ediyor, bu yönde telkinde bulunuyor. Oğlunun mühendis olabilmesi için kendisinin üstüne düşen neyse onu tespit etmeye ve yapmaya gayret ediyor. Bahse konu olan iki esnafın, dünyayı kavrayışları, düzen denen şeyi kavrayışları, gelecek tasavvurları ve saire açılardan birbirlerinden çok farklı olduklarına hükmedebiliriz.
Bir avukat düşünün, tek oğlunun da avukat olmasını, mezun olduktan sonra iş aramak gibi bir sıkıntı yaşamamasını, kendi bürosunda çalışmasını, bürosunun iş hacmini genişletmesini hayal ediyor, oğluna bu yönde telkinde bulunuyor. Komşusu avukat ise oğlunun sanatçı —mesela bir ressam veya besteci— olmasını hayal ediyor, oğluna o istikamette telkinde bulunuyor. Esnaflar gibi, bu iki avukatın da birbirinden farklı dünya tasavvurları, kavram haritaları olduğunu söyleyebiliriz.
Birbirlerinden çok farklı sosyal sınıflara mensup olsalar da, oğlunun kendi işini sürdürmesini hayal eden esnaf ve avukat benzer tasavvurlara sahip. Dünyanın şimdiki halinin iyi bir hal olduğunu, çok çalışarak ve dünyanın halini doğru teşhis ederek başarılı olduklarını, kendilerini mükâfatlandıran mevcut düzenin —gerekirse yayılarak ve derinleşerek— devam etmesi gerektiğini varsayıyor gibiler. Biz onlara muhafazakâr diyoruz.
Birbirlerinden çok farklı sosyal sınıflara mensup olsalar da, oğlunun mühendis olmasını isteyen esnaf ile sanatçı olmasını isteyen avukat da benzer tasavvurlara sahipler. Dünyanın şimdiye kadar geldiği gibi gitmeyeceğini, gitmemesi gerektiğini, çocuklarının kendilerinden daha başarılı olması gerektiğini, o başarının daha iyi bir esnaf, daha iyi bir avukat olmaktan öte —derece olarak değil, mahiyet olarak farklı— bir şey olması durumunda ancak hayatlarının hakkını vermiş olabileceklerini varsayıyor gibiler. Onlar kendilerine solcu/sosyalist diyor.
Esasen esnafların ve avukatların kendi çocuklarının istikbaline dair tasavvurları, toplumun istikbaline ve dokusuna dair tasavvurlarının kendi küçük dünyalarına bir izdüşümünden ibaret. Yani sadece kendi çocuklarına dair bir karar vermeleri gerektiğinde açılan bir kara kaplı defter değil tutumlarını belirleyen, hayata, topluma dair her şey için o kara kaplı deftere bakıyorlar.
Öyle görünüyor ki, iki taraf da, kendisinin yegâne alternatifinin öteki olduğundan şüphe etmiyor. Muhafazakârlar da, solcular da, eğer muhafazakâr değilseniz solcu, solcu değilseniz muhafazakâr olduğunuz hususunda mutabıklar.
Hâlbuki bambaşka bir tutum mümkün. Oğlunuzun ne olacağını kendisine terk etmeniz bambaşka bir tutum. Ben böyle bir tasnif yaptığımda Celal, benim tarif ettiğim şeye üçüncü yol diyor, ben ise birinci yol demeyi tercih ediyorum. Yukarıda sözünü ettiğim tutumların hepsi, benim açımdan, ikinci yol —Aydınlanma’yla birlikte mümkün olmuş değilse bile, Aydınlanma’yla birlikte meşrulaştırılabilmiş olan bir yol. Son derece farklı sosyal sınıflara mensup insanlar, ötekilerden çok başka bir yol seçtiklerini zannederken, esasında aynı tutumu paylaşıyorlar. Dünyayı kontrol altına tutmak, geleceği belirlemek, kendi kafalarına göre olması gerekeni dünyaya dayatmak.
Bu metafor üzerinden, iki tarafın da aynılığı hakkında, manasızlığı hakkında, antidemokratikliği hakkında, daha bir yığın şey hakkında sayfalarca yazabilirim. Yazdım zaten —yazdıklarımın çoğu, esnaflar ve avukatlardan söz etmemiş olsam da, bu mevzular hakkında. İlave edebileceğim bir şey var gibi de görünmüyor bana.
O halde neden şimdi bir de böyle deniyorum?
ABD’de —dünyanın başka yerlerinde de yankılanan— şeyler oluyor. Öyle görülüyor ki ABD’nin muhafazakârları da, dünyanın muhafazakârları da fevkalade tedirgin. Yıkılan heykellerin ardından “ama düzen, ama tarih” diye çıkışlar yapsalar da, anlamadıkları bir şeyler olmakta olduğunu —en azından, oluyor olanın anlayamayacakları bir dünyaya doğru evrilebileceğini— hissediyorlar. Solcular/sosyalistler ise “hah, bizim oğlanın mühendis veya sanatçı olmasının imkânları zuhur etti” diye bakıyorlar —ufuktaki ışığın sosyalist bir devrimin şafağı olduğunu ümit ediyorlar.
Ben ise…
Sokaklardakilerin profillerine, sloganlarına, tutumlarına bakarak, “bizim ne olacağımıza karışmayın, biz de kimseye karışmaya hevesli değiliz, herkes her ne olabilecekse olmaya çalışsın” edası seziyorum. Şehirlilik diyegeldiğim şeyi… Çocuğunun istikbali hakkında tasarrufta bulunma hakkını kendisinde görenlerin tamamı, ister şehirde yaşayan avukatlar olsunlar, ister çocuklarının sanatçı olmasını hayal ediyor olsunlar, kasabalı olarak görüyorum.
Doğru dürüst tarif edilmemiş olan şehirlilik talebinin muhafazakâr kasabalılar tarafından ağır bir biçimde bastırılması mümkün mü? Mümkün. Solcu/sosyalist kasabalılar tarafından burnundan çekilip manasız mecralara sürüklenmesi mümkün mü? Mümkün. Dünyayı Aydınlanma aklının dışına taşırmaları mümkün mü? O da mümkün. Şehirlilik dediğim kavramlaştırmanın ne kadar derinleşmiş, ne kadar mayalanmış olduğuna bağlı mevzuun nereye akacağı.
Dolayısıyla meselenin akıbeti hakkında güvenilir tahminlerde bulunamam. Ama bir konuda son derece emniyetle tahminde bulunabilirim. Kendisi hakkında karar verebilen insanlar, kendileri hakkında başkalarının karar verdiği insanlardan mahiyet olarak farklı insanlar olurlar. Bizi ancak onlar zenginleştirebilirler. Dolayısıyla, eğer bu çocuklar muhafazakârlar tarafından yenilemez, solcular tarafından iğfal edilemezlerse… Harika bir dünyada yaşayacaklar.