Acıklı
Fenerbahçe-Beşiktaş kupa yarıfinali yarıda kaldığında, henüz ortada fol yok yumurta yokken, yeğenime “bugünü yaz bir kenara” dedim, “dünya futbol tarihinde ilk defa böyle bir şey oluyor. Dünya futbol tarihine ilk defa bir maç, tabii olaylar ve saire sebebiyle değil de ‘hakem kararıyla’ tatil edildiği halde biz kimin hükmen mağlup olacağını tahmin edemiyoruz.”
Açıkçası “AKP hukuku” konusunda idmanlı olduğumdan, meselenin sadece hangi tarafın hükmen mağlup sayılacağını bilmemekle sınırlı olmadığını da tahmin edebiliyordum. Maçın kaldığı yerden başlamasına veya baştan başlamasına karar verilebilir, Galatasaray maçın galibi sayılabilir, ne bileyim kimsenin aklına bile gelmeyecek bir “çözüm” üretilebilirdi. En beklenmeyecek, en beklemediğim netice, Fenerbahçe’nin hükmen mağlup ilan edilmesi idi.
Şu maç ve arkasından yaşananlar, bence, on beş yıllık —özellikle de son 6-7 yıllık— Erdoğan sultanlığının basit bir özeti gibi. Orada kanunlar, kurallar filan var ama kararlar, tarafların gücüne ve “taraf olmaması gereken” öznelerin menfaatine göre veriliyor. Ortada maç yayınlamayı beceremeyen, mesela Beşiktaş takımının sahayı terk edişi anını gösteremeyen, koridorlarda olup bitenlerden bizi haberdar edemeyen bir yayıncı kuruluş var ve onun yayın gelirleri, adalet dağıtması gereken özneler için birinci öncelikte mesela.
Hukuk, kural tabanlı bir “oyun”dur. Yani olguları kurallarla tartar ve karar verirsiniz. Teorik olarak, verdiğiniz kararın “muhtemel neticeleri” kararınızı etkilememelidir. “Aslında kurallara göre şöyle ama o kararı verirsem istenmeyen şu neticeler ortaya çıkar” dememeniz gerekir. Erdoğan Türkiye’sinde işler böyle yürümüyor. “Herkesin —yani ‘Erdoğan’ın herkesi’nin— menfaati şöyle gerektiriyor, şu kararı vermek için nasıl bir güzergâh izlenmeli” diye bakılıyor. Erdoğan kendisi için bir şey istiyorsa namert, mesele millet ve onun bekası. Ne yani, şimdi Fenerbahçe hükmen mağlup sayılsa Fenerbahçeliler, Beşiktaş hükmen mağlup sayılırsa Beşiktaşlılar, her iki durumda da maçı eksik seyreden futbolseverler ve elbette yayıncı kardeşlerimiz mağdur olacak. Herkes için iyi olanı Erdoğangillerden iyi mi bileceksiniz! Kaldığı yerden devam ettiririz, herkes memnun olmalı. Kural da neymiş! Futbolun bekasından mühim mi?
***
Bir Beşiktaş taraftarı olarak maçı seyrederken hissetmesem de takım sahayı terk edince hissettiğim, “yeter artık ulan, sizinle sizin tarzınızla rekabet edeceğim” kararlılığı idi. Yani evet, Fenerbahçe taraftarlarına katılıyorum, Beşiktaş maça, maçı tamamlamamanın bir olurunu bulma tasavvuruyla çıkmıştı.
Hoş bir şey mi? Değil. Ama itiraf etmem gerekiyor ki takım sahayı terk edince yüreğim soğudu.
Çünkü…
Kadıköy’de yıllardır futbol oynanmıyor. Sahaya öteberi atmaktan söz etmiyorum —o her yerde oluyor. Ama Fenerbahçeli futbolcular Kadıköy’deki derbilere, daha maç başlarken oyunu ajite etmek üzere çıkıyor, bir biçimde de neticeye ulaşıyorlar.
Bu da hoş değilse de, Aziz Yıldırım Fenerbahçe’sinin başka türlü rekabet etme şansı giderek azaldı. Dolayısıyla “zayıfın hakkı” kotasından kabul edilebilir bir şeydi.
Lakin ilk yarıdaki Beşiktaş maçında maçı çığırından çıkarıp, resmen hakem kararıyla galip gelen Fenerbahçe, bir de üstüne hakemden şikâyet edince… Açıkçası Aykut Kocaman denen şeye ve Fenerbahçe’ye dair bütün limitlerim doldu. Sonra Dolmabahçe’deki lig ve kupa maçları üst üste geldi. Verilmeyen goller, verilen/verilmeyen penaltılar ve saire orada dururken Kocaman denen şey “tacımız çalındı” filan deyince…
“Aha” dedim, “bu utanmazlığı daha önce bilmiyorduk, bu AKP’nin icadı ve anlaşılan Kocaman da ‘işe yarıyor’ diye kendisine yakıştırmış”.
Yani?
Fenerbahçe’nin futbolun bir bileşkesi sayılabilecek “gerilim”leri kendi lehine kullanmasından hoşlanmasam da, onlardan şikâyet etmeyi kendime yakıştıramıyordum. Ama iş AKP arsızlığını bu kadar gönüllüce kuşanmaya gelince… “Vurun bu zevzekleri kendi silahlarıyla” duygusunun beni istila etmesine direnemedim.
Anlaştık mı?
Aykut Kocaman adlı şey, sana da ulaşır umarım bu soru, anlaştık mı? “Maç sahada kararlaştırılmalı” filan gibi üstten üstten konuşmayı bırak. Eğer maçlar sahada kararlaştırılsa, şimdi orta sıralarda “gelecek sezon acaba bir birinci lig takımını çalıştırabilir miyim” diye düşünüyor olacaktın —Beşiktaş da senden belki birkaç puan fazlasıyla oralarda olacaktı. Oynattığın şeyin futbolla bir alakası yok ve senden başka herkes farkında —tıpkı Güneş’in oynattığı şeyin futbolla alakası olmaması gibi. Bu işin birinci yanı. İkinci yanı ise… Hani Beşiktaş öyle veya gelip oynayacaktı? Gelmedi. Oynayamadın.
Umarım bu kupayı ve ligi de alırsın. Umarım. Ve çift kupalı hoca olarak sen, seni oraya getirip bütün bu pislikleri tezgâhlayan zavallı başkanın orada kalırsınız. Bu maça kadar, beni bilen bilir, Fenerbahçe’nin “kötü” olmasını hiç istemedim. Benim anlayışıma göre rakipler iyi olmalı ve Beşiktaş “daha iyi” olmaya çalışmalı. Ama artık öyle hissetmiyorum. Sadece senin çirkinliğin yüzünden değil, Fenerbahçe taraftarı olup da “kaçtılar” mealinde zırvalayanların çokluğu yüzünden.
Yarıda kalan maç, taraflardan “birinin” hükmen mağlubiyetiyle karara bağlanmalıydı. Kanunların, kuralların geçerli olduğu her yerde öyle olur. Maçın kaldığı yerden tekrarlanması kararına “gelin oynayın, kaçmayın” reaksiyonu gösteren herkes, AKP ahlakını ve AKP hukukunu içselleştirmiştir. Güneş’in —ve daha genelde Beşiktaş’ın— “tiyatrosu”, hukukun mevzuu değil. Çıkar dersiniz ki, “maçı hükmen Fenerbahçe almalıydı, aslında kaldığı yerden devam kararı hukuksuzdur”, katılırım veya katılmam ama sizden nefret etmeme sebep olmaz bu. Şimdi ise nefret ediyorum. Tiksiniyorum. Fenerbahçe’nin küme düştüğüne şahit olursam memnun olacağım.
***
İmdiii…
Bir Beşiktaşlı olarak Beşiktaş’ın sahnelediği şeyden gurur duyarım, duymam, kimseyi alakadar etmez. Ama bir gözlemci olarak şu tespitleri yapabilirim zannediyorum.
Birincisi, AKP hukuku, yani “kural da neymiş, güçlüler herkesin faydasını maksimize edecek bir karar vermişler, uyulmalı” anlayışı, toplumun çok derinlerine nüfuz etmiş, doğallaşmış görünüyor. Çok acıklı.
İkincisi, bu tutumdan rahatsız olanların vaadi “hukukun üstünlüğü” değil. Kendi “ahlaki üstünlükleri” ile tatmin olmak derdindeler. Ve işi, durmadan faul yapıp duran rakibe bir faul yapıp karınlarının şişini indirmeye indirgemiş durumdalar. Daha da acıklı.