Adını Yanlış Koymak

Açıköğretimin Avrupa’da yaşayan Türklere götürülmesine karar verildiğinde, Tahir Özgü, Almanya’da bir büro açıp sistemi kurmakla görevlendirilmişti. Uluslar arası labirentlerde, muhtemelen kendisinden başka kimsenin tam olarak anlayamayacağı manevraları yaparak, bugün imkânsız gibi görünen bir işi gerçekleştirdi.

Sözünü etmek istediğim şey başka ama yeri geldi, iki hususa mim koymama izin verin.

Birincisi, pek az kimse farkında olsa da, o sistem Avrupa’da yaşayan pek çok Türk gencinin hayata tutunmasını sağladı. Bugün imkânsız görünen, niyetlenilmesi bile imkânsız olan bu tür işler, o dönemde, Büyükerşen’in rektör olduğu Anadolu Üniversitesinde imkânsız görünmüyordu. Üniversitede benzersiz bir iklim vardı. Yine pek az kişi farkında olsa da, bence Büyükerşen’in en muazzam eseri, o iklimdir.

İkincisi, Açıköğretim sisteminin bir kaç kahramanı vardı. Başka ülkelerde olsa, bu çapta bir işi başarabilmiş olan bu bir kaç kahramanı hepiniz tanırdınız. Şimdiye kadar bir yığın başka proje de gerçekleştirmiş olurlardı. Onlar, yaptıklarına pişman edilene kadar örselendiler.

Neyse… Bahsimiz bu değil.

***

Tahir hoca Almanya’da sistemi oturtmaya çalışırken, sadece Türk ve Alman resmî  makamlarıyla değil, Almanya’daki Türk topluluğu ile de haşır neşir olmuş. Zamanla Alamancılar, ilgili ilgisiz problemleri için Tahir hocanın kapısını çalar olmuşlar. Kapısını çalanların büyük çoğunluğu, “bizim oğlan (veya bizim kız) Almanlaşıyor” diye yakınırmış.

Gülerek anlatırdı, Tahir hoca bu yakınmaları “yani her sabah erkenden kalkıyor, duşunu alıyor, tıraşını oluyor, işine gidiyor, kurallara riayet ediyor filan, öyle mi” diyerek karşılarmış. Her defasında muhatabı şaşırıp, “yok beyim” dermiş. “Her gece içip içip sarhoş oluyor, öğleden sonra yataktan kalkıyor, her dediğime itiraz ediyor, sözümü dinlemiyor…” filan diye devam ederken Tahir hoca araya girer,  “yahu şuna Almanlaşıyor diyeceğine serserileşiyor desene” diye noktayı koyarmış.

***

Almanlaşmanın iyi yanları vardır, kötü yanları vardır, o ayrı mesele. Berduşlaşmanın adını Almanlaşma olarak koymanın kesinlikle sayısız mahzuru var. Verem olsanız ve cahilin biri size kanser teşhisi koyup kemoterapi filan uygulamaya kalksa ne olacağını tahmin etmek müşkül değil. Tedavi olmak bir yana, yeni ve daha içinden çıkılmaz hastalıklara maruz kalırsınız. Daha kötüsü, belki de rahatsızlığınızın hakkından gelebilecek olan bağışıklık sisteminizi de zayıflatırsınız. Gerçeklikle irtibatını koparmak derken sözünü ettiğim hal, aslında böyle bir, adını yanlış koyma hali.

Türkiye, 160 yıl kadar önce, başına gelenin adını koyabilmek için canhıraş bir çaba harcamaya başladı. 1930’lara kadar da, bir yığın yanlış sapağa sapmış olsa da, vazgeçmedi. Sonra ne oldu, nasıl oldu, pek bilemiyorum ama, en azından kırk yılı aşkın süredir, kimsenin kendi teşhisinden şüphesi yok. Teşhisleri farklı olsa da herkes, yıllarca tatbik edilmiş ve netice vermemiş, daha kötüsü hastalıkları çeşitlendirip derinleştirmek gibi neticeler vermiş olan tedavi tekliflerinde ısrarlı.

Siz de, çare olduğunu düşündüğünüz ilaçtan daha yüksek doz verilse, hastanın ayağa kalkacağından eminsinizdir muhtemelen. Hâlbuki Türkiye’nin rahatsızlığı da bu. Yani aramaktan vazgeçmiş olmak.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin