Alatlı, Chomsky, Toshack ve Ben
Alatlı diye birinin yaşadığını öğrenmem, Avcı ve Koru’nun yönettiği Zaman gazetesinde yayınlanan bir röportajla oldu. Mısır’da Müslüman Kardeşlerin liderleriyle görüşmüştü. Bir yerde onlara, eğer imkânları olsa nükleer silah sahibi olmak isteyip istemediklerini sormuş, onlar da “elbette” diye cevap vermişlerdi.
Röportaj elimde yok. Ama bende kalan izi şöyle: Müslüman Kardeşler, dünyanın mevcut konjonktüründe, dünyada herhangi birinin nükleer silah sahibi olmayı neden reddedebileceğini anlamamışlardı. Alatlı da kendisine Müslüman diyen birinin bir kitle imha silahına sahip olmayı neden isteyebileceğini…
Soru güzeldi. Cevap, neredeyse bütün dünyanın ne kadar birbirine benzediğini gösteriyordu. Ben zaten dünyanın dehşetli bir biçimde aynılaştığını düşünüyordum. Müslümanım diyenlerin Müslümanlıklarının, sosyalistim diyenlerin sosyalistliklerinin, anarşistim diyenlerin anarşistliklerinin ayırıcı hiçbir rengi kalmamıştı. Herkes ufak tefek nüanslarla ayrılan ordulara nefer yazılmış, dövüşmekteydi. Öyle hissediyordum ama delillendiremiyordum.
Soru güzeldi. Soruyu sorduğu için Alatlı’ya minnet duydum. Müslümanım diyen birinin nükleer silah sahibi olmayı isteyebilmesine şaşırdığı için de hayranlık…
***
Sonra Aktüel, medya maydanozları konulu bir numara yaptı. Her konuda ahkâm kesenlere, mevcut olmayan bir müzik grubu (adı Heaven Beatson idi, o günlerde hit olan “havan batsın” lafından türetilmişti) ile mevcut olmayan, hızla yayıldığını iddia ettikleri bir deri hastalığı (adı Etnodertin idi, etnik ve dert kelimelerinden türetilmişti) hakkındaki görüşlerini sordu. Herkes cevap verdi. Hatta Abdurrahman Dilipak, “şu anda havaalanındayım, bilahare cevaplarımı göndereyim” gibi bir karşılık vermiş, sonra uzun uzun tahliller yollamıştı, hatırladığım kadarıyla.
Herkes cevap verdi. Bir kişi hariç. Sadece bir kişi “bilmiyorum” dedi: Alev Alatlı. “Helal olsun” dedim. Ama içime bir kurt da düştü.
***
Sonra Alatlı roman formunda bir şeyler yazmaya başladı. Veya daha önce de yazıyordu da ben o tarihlerde farkına vardım, bilemem. Yazdıkları roman kategorisinde yayınlanıyordu ama onları romana saymak için, bence, hiç roman okumamış olmak gerekiyordu. Ama bu husus o kadar da dert değildi. Neticede, Türkçede roman kategorisinde yayınlanmış şeylerin kahir ekseriyeti, derin fikirleri olan şahısların, derin fikirlerini, romandan gayrı bir şey okumayanlara sokuşturma kastı taşıyordu. Alatlı da bu kervana katılmıştı herhalde…
Birkaç kitabını okuduğumu hatırlıyorum Alatlı’nın… Ortada pek de derin fikir filan görememiştim.
Derken Alatlı Schrödinger’in kedisine taktı. Galiba bir roman yazdı. Sonra gençleri İnternet üzerinden örgütledi. Filan. Alatlı’nın o döneminde, Aktüel’e “bilmiyorum” cevabı veren kadından eser yoktu. Kardeşi Işıl Alatlı’nın Aktüel ile yakınlığı olduğunu da hesaba katarsak, Aktüelcilerin Alatlı’ya tüyo vermiş olabileceği düşüncesi zihnimde belirdi.
Schrödinger’in Kedisi mühim bir şey. Herkes bir biçimde kafayı taksa, kendisine iyilik eder. İnternet yeni iletişim –dolayısıyla da yeni örgütlenme– imkânları sağladığına göre, onları denemek de iyi bir şey. Hele gençleri örgütlemek…
***
Alatlı’nın birden popülerleştiği, daha doğrusu popülerliğinin ilk zirvesini yaptığı o dönemde yakınlarım “Alatlı hakkında ne düşünüyorsun” diye sordular. Yukarıda özetlediğim gözlemlerden mamul bir duygum var idi. Ama onu kelimelerle dile getirmeye kalkmamıştım. Kuantum fiziğine göre, atomaltı parçacıkların özellikleri bulanıktır, olasılıklıdır. Ölçtüğünüzde, olasılıkların birine çöker. Bence lisan da ölçmeye benzer bir iş yapar. Bir husustaki kanaatiniz, dile getirmediğiniz sürece, bulanık bir karaktere sahiptir. Ancak dile getirdiğinizde artık o bulanıklığı koruyamazsınız.
Mecbur kalmadıkça cevap vermemek, karar vermemek, dile getirmemek, bence, bu yüzden mühim. Olabilirlikleri hayatta tutabilmek için…
Ama soruldu ve cevap verdim. Zanlarımı sıraladım: Alatlı ortalama Türkiye aydınından farklı biriydi. Farkı kıymetliydi. Ama farkını ve kıymetini fena halde abartma eğilimine girmişti. Filan…
Bir hayli zaman sonra, şu çirkin paçozlaşma kelimesinin gündeme enjekte edildiği, roman formatında sunulmuş, tuhaf Beyaz Türkler Küstüler manifestosu yayınlandı. Alatlı, benim açımdan, kaygıları olan ama kaygıları kaygılarımla örtüşmeyen, saygıyı hak eden ama kendisiyle bir daha temas edilmesinde fayda olmayan biri olarak netleşti.
***
Derken malum ödül ve Orwell mevzuu zuhur etti.
Yıllar önce kendisine minnet duyduğum Alatlı imgesinin hatırına, görmemeye, duymamaya çalıştım. Paçozluklarından gurur duyan ve paçozlaşmayı bir bayrak gibi taşıyan paçozların arasındaki huzurlu ve gururlu halinin adını koymamak için gayret ettim. Bir insan bir “aferin” için bu kadar zırvalayabilir mi? Belki de insanlar kravat takıp makam mevki sahibi olunca paçozluktan çıkıyor diye düşünüyordur. Yok, yok, orada kendisini iyi hissetti. Olur mu canım, “aha bu kadar paçozun arasında ben kraliçe olurum” diye düşünmüştür, ahir ömründe nihayet bir saltanat imkânına sahip oldu… Filan gibi duygular geçti içimden.
Ve nihayet…
Chomsky için edilen laflar…
Chomsky kim? Adamlardan bir adam. Yıllardır belirli bir çizgide, belirli konulara müdahil olmaya çalışan bir uluslararası aydın. Hepsi o kadar. Bir yerde duruyor ve durduğu yerden gördüğünü söylüyor. İşinize geldiğinde “dünyanın aklı”, işinize gelmediğinde “87 yaşında, yeni sol artığı, Yahudi”…
Devam etmeden belirtmek gerekiyor: Kendi hesabıma, hayatımın herhangi bir döneminde, herhangi bir kula, kendimden daha fazla önem atfetmedim. Hiç kimseye kayıtsız şartsız bir referans muamelesi yapmadım. Kureyşli veya Selanikli Mustafalara da, Einstein’a veya Marks’a da… Chomsky nam zata, olsa olsa, dilbilim konusundaki bazı tespitleri sebebiyle referans vermişimdir. İşte o kadar… Elbette hepsine borçluyum. Her birini ve daha bir yığın kişiyi –hiçbirini idol olarak görmeden– bana katkı sağlayan insanlar olarak değerlendiririm.
Alatlı’nın Chomsky’yi tarif ederken kullandığı sıfatlar Chomsky’yi tarif etmiyor. Chomsky hakkında bir fikir vermiyor bize, Alatlı hakkında, 72 yaşındaki İzmirli bir kadın hakkında fikir veriyor.
Alatlı’nın ettiği lafların Alatlı hakkında verdiği fikir de hiç hoş fikirler değil.
***
Bir arkadaşım sormasa bunları yazmayacaktım.
“Bu bildirinin haysiyet, bütünlüğü ve mantığı yok. Bu insanlar senin benim vergimle devlet memurudurlar. Devleti bu denli aşağılayanların yapacağı tek namuslu bir şey vardır o da görevlerinden ayrılmak” gibi bir cümle kurabilen herhangi bir kişi, bence, herhangi bir biçimde ciddiye alınabilecek bir mahlûk değil. Bir defa başkalarının yazdıklarını haysiyet noksanlığıyla eleştirenin, tırnak ucu kadar haysiyeti olmak icap eder. Başkalarına namuslu seçenekleri sıralamaya cüret edebilmek için de namus lazım.
Nasıl laf o “senin benim vergimle devlet memuru”? Devlet memuru olunca devletin bütün biçimsiz işlerini onaylama mecburiyeti mi var? O vakit tek parti döneminde yapılan çirkinlikleri onaylayan devlet memurlarını nasıl eleştireceğiz mesela? Yarın fırıncı da çıkıp, “benim yaptığım ekmekle karnını doyuruyorsun, haddini bil” derse ne yapacağız?
Sonra devlet kim? Alatlı’ya ödül veren Erdoğan mı? Öyle yekpare bir özneden, hepsi aynı akorttan ses veren bir korodan mı söz ediyoruz? Mercimek kadar aklı olan böyle bir laf eder mi? Veya haysiyeti, namusu olan?
Alatlı kendini öldürdü. Kendi bilir. Ben, Müslüman Kardeşlerin liderlerine “nükleer silaha sahip olmayı istemek ayıp” diye dayılanan kadını özlerim. Benim için hepsi bu.
***
Bitirmeden…
Toshack Beşiktaş teknik direktörüyken, galiba Aziz Yıldırım kendisi hakkında ileri geri konuşmuştu. Gazeteciler bu konuda ne düşündüğünü sorduğunda, “Ben Toshack,” demişti mealen, “beni bütün futbol dünyası tanır, o sözünü ettiğiniz şahıs kim?”
Toshack’ın yerine Chomsky’yi, karşısına da Alatlı’yı koyun bir. Bir de Alatlı’nın tercih edeceği işi yapın, Toshack’ın yerine Alatlı’yı, karşısına da beni koyun.
Dünyanın halleri böyle.