Alçaklık ve Ahali

Murat Sevinç Gazete Duvar’da, Haffner’in Bir Alman’ın Hikâyesi adlı kitabını tanıtıyor (https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/09/20/dayak-yememek-icin-nazilere-katiliyorlardi/). Galiba iki yazı yazdı. Daha önce de bir değerlendirme yayınlanmıştı aynı mecrada… Anlaşıldığı kadarıyla, yazıları yazanlar kitabı okuyalım istiyorlar ama biz, göründüğü kadarıyla, zaten içinde yaşıyoruz.

Haffner, kâbus dolu günlerin zorluğu geçince, fakirleşmiş, hayal kırıklıkları yaşamış kitlelerin ‘sıkılmış bir ruh haline’ büründüklerini iddia etmiş anladığım kadarıyla. Canları sıkılmaya başlamış. Aptalca fikirler düşmüş beyinlerine. Nihayetinde, sanki barış zamanını sona erdirip yeni kolektif maceralar başlatmak için ilk arızayı, ilk darbeyi veya ilk keyifsiz hadiseyi bekler hale gelmişler.

Sonra beklemekten de sıkılıp, anladığım kadarıyla, “hadiseleri” kendileri yapmaya başlamışlar, savaş oyunları filan formatında. Haffner, ‘savaş oyunlarının’ yalnızca aptal ve kaba saba milliyetçilerce değil, milliyetçilerden daha salak olan solcular (herkesten akıllı olduklarını sandıkları için!) tarafından da desteklendiğinin altını çiziyormuş.

İnsanlar Nazilere katılmaya başlamışlar. Önce korkudan… Ama insan bir kere katılmaya başladıktan sonra artık bunu korkudan yapmak istemiyormuş, çünkü bu alçakça ve pespaye bir şey olurmuş. Bu nedenle de parçası olunan şeyin gerektirdiği zihniyet bilahare tamamlanıyormuş.

Demek ki neymiş? İnsan, korkudan yaptığı şeyi korkudan yapmayı alçakça bulacak bir özneymiş. Korkudan yaptığı pespaye şeyi soylulaştıracak bir şeyler aramaya ihtiyaç duyan bir varlıkmış. Yani sıradan insanı yargılamadan önce, bir defa daha düşünmek gerekiyormuş. Mesele “sosyolojide” değilmiş. Alçaklık sosyolojik bir olgu değilmiş. Üzerinde düşünülmesi, itiraz edilmesi, karşı çıkılması gereken husus, Yozgat’ın veya Bayburt’un ahalisi değilmiş. Onların korkularını kışkırtıp, sonra da “soylu görünen” davalar icat ederek kendi saltanatını sürdürenlerden başka bir düşman yokmuş ortada.

Yoksa…

Sopa yiyenlerden olmak kimse için hoş bir hayat tarzı değil. “Sopa yiyenlerden biri olmamak için” başka bir seçenek üretilemiyorsa, herkes “sopa atanların tarafında katılmak” için bir bahane üretebilir.

Her şey bu kadar basit. “Hâlâ siyasal İslam, kapitalizm, eğitimsizlik ve saire gibi cepheler arayanlara duyurulur” diyeceğim de… Neticede böyle ulvi (!) cephelerde dövüşerek soyluluk arayanların, aslında sopa atanlardan oldukları günleri özlemekten başka motivasyonları var mı, emin değilim.

***

“Kimsenin kimseye sopa atamayacağı bir düzen tesis edelim” filan gibi imalarda bulunan, buradan kendisine “ay ne kadar iyi biri, ne kadar soylu hedefleri var” dedirtmeye çalışan biri değilim, zinhar öyle bir hisse kapılmayın. Sopa yiyenler ve sopa atanlar olacak. Bütün hayatım boyunca gerçek anlamda bir tek defa yumruk atmaya teşebbüs etmiş —ve bir tek yumruk yemiş— biri olsam da, metaforik olarak benim hayatım da, arada bir sopa atmakla ve mütemadiyen sopa yemekle geçti. Birinin bir başkasının önüne geçmeye çalışmasına bir itirazım yok. Ama bu itişmede devletin taraf olmasına, çeteleşmeye, itişmenin ortasında kuralların değiştirilmesine, itişmenin —bugün olduğu gibi— bir cadı avına dönüştürülmesine, şiddetin olağanlaştırılmasına, önüne geçilmek istenen kişinin elinin kolunun bağlanmasına… Yani bugün Türkiye’de —Erdoğan ve çetesinin Türkiye’sinde— olmakta olan ve anlaşıldığı kadarıyla Haffner’in Almanya’sında da olmuş olan türlü çeşitli rezilliklerin her birine, teker teker itirazım var. Bütün rakiplerinin klavyeleri ellerinden alınmış alçakların, gazete formatında piyasaya sürülen şeylerin köşelerinde, ejder meyveli smoothielerin işlenmiş nihai formlarını fütursuzca sergilemelerine mesela… “Milletin iradesi” lafını ağzından düşürmeyenlerin, işlerine gelmeyen ilk hadisede, milletin haber alma hakkını gasp ederek “yayın yasağı” getirmelerine… Kendilerine dünyayı tanzim etme vazifesini tevdi etmiş vasıfsızlar güruhunun her hangi bir “hodri meydan” çağrısını işitmemelerine…

Ve…

Bugünün alçaklarının meclis koltuklarına, gazete gibi görünen şeylerin köşelerine, lüks otomobillerin koltuklarına sıvaşabilmelerine yol açan şey, “ay ama biz kimsenin kimseye sopa atamayacağı nadide bir düzen tesis edeceğiz, bu düzenin tesisi için, lüzum gördüğümüzde, lüzum gördüğümüz kişilere sopa atarız, biz en akıllıyız, en bilgiliyiz, en iyiyiz, hepinizi —gerekirse döve döve— adam ederiz, yüce insanlık değerleri adına, yüce Atatürk devleti adına, bu bizim hakkımızdır” diyen alçakların o koltuklarda oturmayı garanti etmek uğruna yaptıkları alçaklıklardı.

Ahalinin bir suçu yok.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin