Asimetrik Bir Mücadele
Asimetrik mücadeleleri severim. Aslında her mücadele şu veya bu sebeple asimetriktir zaten. Dolayısıyla, şimdi seyircisi olmaya mahkûm edildiğimiz mücadelenin asimetrik olması değil beni rahatsız eden. Erdoğan seçime Başbakanlık koltuğunda otururken gidiyorsa, bu asimetriyi onun aleyhine çalışacak hale de getirebilirsiniz —getirmelisiniz de zaten.
Getirilebilir demek istiyorum. Asimetrik mücadeleleri cazip kılan da bu yanı. Dünyayı zenginleştiren şey bu. Aslanın pençeleri çok güçlüyse, ceylan daha güçlü pençe geliştirerek değil, daha hızlı koşarak cevap veriyor mesela.
Ama şimdi şahit olduğumuz mücadelede başka bir asimetri var ki, işte o çok can yakıcı. Bir tarafta, uzun soluklu bir asimetrik bir mücadeleden çıkmış, hayatta kalmak için muhtelif manevralar öğrenmiş bir kesim var. Karşısında ise hiçbir şey öğrenmeyen, öğrenmeye yanaşmayan, muhtemelen bir şeyler öğrenmesi gerektiğinin farkında bile olmayan, dünyanın hep onun kazandığı zamanlardaki gibi olmamasını şaşkınlıkla seyreden bir kesim.
***
Derdimi anlatabildim mi bilmiyorum.
Bir de şöyle deneyeyim. Geçenlerde Çetin Altan, adaların hep orada öyle durduğuna dikkat çekerek başlayan bir yazı yazdı. Yazının iması başkaydı, aslında değişime övgüler düzmeye çalışır gibi görünüyor zaten Altan. Ama bence bir bilinçaltını deşifre ediyor Altan’ın yazıları. 19. Yüzyıl aklının ne kadar derinlere nüfuz etmiş olduğunu…
Bizans İmparatorları, Osmanlı Padişahları geçip gitmişti ama işte adalar orada hep öyle durup duruyordu ve yarın yine duracaktı. Haklı mı? Haklı.
İyi de bize ne?
Şöyle desem: Kan şekeriniz düştü, acıktığınızı hissettiniz. Karnınızı doyuracaksınız, “şunu mu yesem, bunu mu” diye düşünüyorsunuz. Ama beyhude gayret. Ne yerseniz yiyin, bir süre sonra yine acıkacaksınız. Acıkma hali, ilk insanın ortaya çıktığı andan beri —hatta çok daha öncesinden beri— hep orada duruyor. Hiç değişmedi.
Adalar orada öyle duruyor ve durmayı da —muhtemelen çok nesiller boyunca— sürdürecek. İşin değişmeyen yanı bu. Ama değişen çok şey var ve onu şöyle değil de böyle değiştirmeye çalışanlar, iyi kötü bir programı, bir hayali olanlar bir mana taşıyor. Diğerlerinin hükmü yok.
***
Mana dedim de…
Platon’dan mülhem 19. Yüzyıl aklının bir tezahürü değişmeyenin karşısında büyülenmekse, diğer bir yığın tezahüründen biri de mana hakkındaki tutumu. 19. Yüzyıl aklına kalırsa, her şey şeyin kendisinde. Ama en çok mana öyle. Her şeyin bir manası var ve sizin/bizim işimiz, o manayı kavramak/öğrenmek. Bir anlamda mana, ulaşılacak menzil. Öğrenilecek bilgi. Dolayısıyla ehemmiyeti olan menzil veya bilgi. Yol veya öğrenme süreci, ancak menzile göre, bilmeye göre bir mana taşıyorsa taşıyor.
Hâlbuki hal bu değil. Mana, pasif bir biçimde edinilmeyi bekleyen bir şey değil. Cumhurbaşkanlığı makamının manası mesela, orada öyle duruyor da biz onu öğrenmek zorunda —veya öğrenmiş— değiliz. Her şeyin olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı makamının manası da bizim aktif katılımımızla durmadan yenileniyor. Biz onu yeniden yorumluyoruz, o bizi yeniden biçimlendiriyor. “Biz” derken, normal insanları kast ediyorum. Yoksa zihni 19. Yüzyılda donup kalmış olanlara hiçbir şey olmuyor.
***
Cumhurbaşkanlığı makamına şu değil de bu mananın yüklenmesini talep edip Erdoğan’ın karşısına çıkabilirsiniz. Kazanırsınız, kaybedersiniz. Ama kendinizi ve toplumu değiştirmiş olursunuz. Cumhurbaşkanlığı makamının manasının —adalar gibi— orada öyle durup durduğunu, onu bir türlü öğrenemeyen cahil —ve cehaletinden güç alan hoyrat— bir kalabalığa karşı sizin onun bilgisine ta ne zaman ulaşmış olduğunuzu düşünerek yapılabilecek hiçbir kıymetli şey yok.
Bu aslanların bu ceylanlar karşısında hiç şansı yok. Açlıktan ölüp gidecekler.