Avrupa’nın Taşrası Avusturya

Avusturya’da dün seçimler yapıldı.

Eşitsizliklerin azaltılması gibi iktisadi/sosyal bir programla sahnede yer alan Sosyal Demokratlar —ki bundan önceki seçimin galipleri idiler— bir puandan daha az kayba uğramalarına rağmen, üçüncü parti durumuna düştüler. Çünkü Muhafazakârlar 7,5 puan, aşırı sağcılar ise 7 puan civarında oy kazandılar. Hem Muhafazakârların ve hem de aşırı sağcıların kampanya boyunca neredeyse biricik mevzuları İslam ve göçmen düşmanlığı idi.

Önce Avusturya’nın “içine” bakalım.

Bundan önceki seçimde Yeşillerin kalesi durumunda olan Graz ve Innsbruck gibi şehir merkezlerinde bu defa Sosyal Demokratlar kazandı. Linz zaten Sosyal Demokratların idi, yine öyle kaldı. Nüfusun beşte birinin yaşadığı Viyana’da da Sosyal Demokratlar üstünlüklerini korudular. Viyana’da 23 seçim bölgesinin yirmisini Sosyal Demokratlar kazanmış gibi görünüyor. Büyük merkezlerde, yani göçmenlerin daha ağırlıklı olarak yaşadığı yerlerde, sağ politikalar fazla karşılık bulmadı yani. Ama bu hal, büyük ölçüde, göçmen seçmenlerin oy tercihlerinden kaynaklanıyor olmalı. Kaba bir tahminle, Sosyal Demokratların toplam oylarının üçte birinden fazlası, göçmenlerden kaynaklanıyor gibi görünüyor.

Buna mukabil, taşrada, kasabalarda, zaten üstün durumda olan Muhafazakâr/sağ politikalar, seçimden güçlenerek çıktılar. 31 yaşındaki liderlerinin başkanlığında Muhafazakârlar, beklendiği gibi büyük bir zafer kazandı.

Yani Avusturya’nın “içinde”, şehirler ile kasabalar arasındaki maçı, kasabalar kazandı.

Beklemediğim bir şey miydi? Hayır, bekliyordum. İşin aslına bakarsanız, daha keskin bir savrulma da bekliyordum.

Neden?

Bu soruya cevap vermek için Avusturya’nın “dışından”, Avusturya’yı Avrupa haritasındaki yerine koyarak bakmak gerekiyor.

Almanya, Fransa, Hollanda, Britanya Avrupa’nın şehirleri ise, Avusturya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti filan da Avrupa’nın taşrası.

Daha önce politik tuhaflıklara sahne olmuş olan İspanya, İtalya ve Yunanistan, zaten, Avrupa sosyolojisinde şehirli/taşralı tasnifine sığmayacak özelliklere sahip —Akdenizli onlar. Ve göründüğü kadarıyla, sözünü edegeldiğim şehirli/taşralı savaşında momentum Akdeniz’de olmayacak. İspanya, İtalya ve Yunanistan, Avrupa’daki kanatların birinin veya öbürünün peşinden sürüklenecekler. İç ve dış konjonktüre göre…

Avusturya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti (bunlara bıçak sırtında olsa da Polonya’yı ekleyebiliriz belki), yani Avrupa’nın taşrası, Avrupa’nın merkezinin istikametinin tersine hareket edecekler diye düşünüyordum. Avusturya seçimleri beni yanıltmamış oldu.

Şehirliler ile kasabalılar arasında bir savaş var ve savaş, şehirlilerin giderek daha şehirli, kasabalıların ise giderek daha kasabalı olması manasına geliyor. Daha doğrusu savaş zaten bu hal. Ancak savaş bittikten sonra, savaşı kaybeden kazanana doğru yol almaya başlayacak.

***

Avusturya seçimleri AKP’nin beslediği şeylerin gündemine girdi mi, girecek mi, bilmiyorum. Ama Gökçek’ten İdlib’e bir yığın manasızlığı ahaliye kazıklama meşguliyetinden fırsat bulur da Avusturya seçimleri hakkında da bir şeyler karalayacak olurlarsa, herhalde hepimiz tahmin edebiliriz ki, Avusturya’da sanki kendileri seçime girmiş de kazanmış bir edayla sahne alacaklar. Avusturya’da sadece İslam düşmanlığı üzerinden kampanya yürütmüş olanlar toplamda 15 puana yakın bir oy artışı sağlamışlar, sizin İslamcı bildikleriniz bunu bir zafer olarak alkışlayacaklar.

Yani?

Bunlar Müslüman, İslamcı, dindar filan değiller, kasabalılar. Dünyanın mevcut gerilimini, o gerilimin aslında neyin gerilimi olduğunu sizden/benden daha iyi hissediyorlar, aslında yaşanan şeyin bir şehirli/kasabalı savaşı olduğunu —ta omurilikten— biliyorlar. Gündeme taşıdıkları İslami argümanlara dikkat ederseniz, hepsinin İslam’ın kasabalı bir yorumunu canlandırma çabasının bir parçası olduğunu görürsünüz.

Daha önce işaret ettim, tuhaf bir paradoks var. “Dünyanın bütün şehirlileri birleşin” denebilir. Ama “dünyanın bütün kasabalıları birleşin” denemez. Çünkü kasabalılık, tanımı icabı, başka kasabalılıklara da düşman olmayı gerektiriyor. E, öyleyse, Avusturya’da kasabalıların kazanması bizim kasabalıları neden alakadar ediyor?

Şundan…

Avusturya’da kasabalıların kazanmasından memnun oluyor değiller, şehirlilerin kaybetmesinden memnun oluyorlar. Çünkü şehirlilerin kazanması, şehirliliğin kazanması, Türkiye’de kendilerini tehdit edecek.

Yani?

Bana öyle görünüyor ki, biricik şansınız/şansımız var, dünyanın bütün şehirlilerinin birleşmesi. Türkiye’nin kasabalıları ile değil, dünyanın şehirlileri ile ittifak aramamız gerekiyor. Eğer ben haklıysam, bu gözle CHP’ye bir bakın, Akşener’in partisi denen partinin mevcut gidişatına bir bakın… Akıbetimiz hakkında bir fikri sahibi olabilirsiniz.

***

Avusturya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti Avrupa’nın taşrası derken, sadece coğrafi bir gerçeklikten söz etmiyorum. E, evet, herhangi bir atlasta Avrupa haritasına bakılınca, zaten sözünü ettiğim ülkelerin taşralılığı görünüyor. Ama atlastaki koordinatların bir dayatma sebebi olduğunu düşünmüyorum. Yani pekâlâ Avrupa’nın pek doğusunda kalmış olduğu halde bir toplum, komşularından çok daha şehirli olabilir diye varsayıyorum.

Yanılıyor olabilir miyim? Bir tür coğrafi determinizm aslında var olabilir mi? Olabilir. Ama mesela eski Yugoslavya topraklarının, sözünü ettiğim coğrafyaya kıyasla daha marjda kalmalarına rağmen, her daim oralardan daha şehirli olduklarını, üstelik İtalya ve Yunanistan kadar Akdenizli de olmadıklarını düşünüyorum.

Benzer bir hal, Türkiye için de var. En azından var olduğunu ümit etmek istiyorum. Yani Türkiye’nin sosyolojik olarak, Avusturya, Macaristan filan gibi toplumlardan daha şehirli olduğunu düşünüyorum. Hep öyle düşündüm/varsaydım. Ne kadar Akdenizliyiz? Bir hayli Akdenizli olduğumuzu da düşünüyorum ama zaten Türkiye sosyolojisinin en mühim sigortalarından birinin Akdenizlilik olduğu hissiyatına da sahibim —bir başkasının mesela Ortadoğululuk olduğunu hissetmem gibi…

Bu biraz Akdenizli, biraz Ortadoğulu, biraz Kafkas filan halimiz bizi şehirli kılabilir zaten. Ve o halimiz şehirli kılıyor. Net bakiye olarak, bir Avusturya veya Macaristan değiliz —sosyolojik olarak. Ama… Siyasetimiz, birbiriyle dövüşen kasabalılıkların elinde rehin. Yani, eğer iddia ettiğim gibi bir şehirlilik/kasabalılık savaşı yaşanıyorsa, sosyolojik olarak o kadar da kasabalı olmadığımız halde, ülkenin şehirlilerini temsil edecek bir siyaset üretilemediği için kapana sıkışmış durumdayız.

Sıkıntı sosyolojide değil, siyasette…

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin