Aydınlanma Aklı
McMahon’un Aydınlanma’nın Düşmanları adlı bir kitabı var. Fransız karşı-Aydınlanma hareketinin Aydınlanma sürecini nasıl etkilediğini anlatıyor.
Aslında hikâye basit. Birileri masa başında, göz kamaştırıcı bir mobilya tasarlayabilir mesela. Ancak o tasarımın piyasaya sürülebilecek bir ürün haline getirilmesi, bilen bilir, tasarımdan çok daha sancılı bir süreçtir. Aydınlanmacıların Aydınlanma tasarımlarının tatbik edilebilir bir ürün haline gelmesi de uzun bir süreç gerektirdi. Bu süreçte karşı-Aydınlanmacılar, muhayyel ve Platonik Aydınlanma tasarısının törpülenip, tatbik edilebilir bir proje haline gelmesini sağlayan en önemli unsur idiler.
Bizim Aydınlanmacılarımızın masalsı bir Aydınlanma kavrayışları var. Şematik tez-antitez-sentez üçlemesindeki terimleri kullanırsak, tezi (yani Aydınlanma düşünürlerinin teklifini), sentez (yani Aydınlanmışlık hâli) olarak değerlendiriyorlar. Hâlbuki Batı Avrupa’da her ülkenin Aydınlanma süreci kendi karşı-Aydınlanmacılarının desteğiyle biçimlendi. Bu yüzden her bir Aydınlanma projesi birbirinden farklı ve orijinaldir.
Her biri mi? Pek öyle değil. Mesela bizimki ile Rusya’nınki birbirini pek andırır. Çünkü Fransa, İngiltere, Almanya aydınlandılar. Bizim gibi toplumlar ise aydınlatıldılar. Kendilerini aydınlatıcı aktör olarak görenler, kaybedilen zamanı telafi etme telaşıyla, aydınlanmış olanların Aydınlanma sürecini anlamaya filan çaba harcamadılar. Hâlâ da harcamıyorlar.
***
Bütün bunlardan şimdi söz etmemin iki sebebi var. Birincisi, Aydınlanma terimi, son birkaç yıl içinde artan bir hızla yeniden popülerleşmeye başladı. İkincisi, Atılgan CHP’nin kurucu felsefeyi yeniden yorumlaması gerektiğini söyleyip duruyor.
Atılgan’ın sözünü ettiği kurucu felsefe, Aydınlanma’dan mülhemdir. Zaten terimin son dönemde yeniden popülerlik kazanması da bu yüzden. Kurucu felsefenin bir harfine bile dokunulmasından huzursuz olanlar, bu huzursuzluğu kendilerine açıklama ihtiyacı hissettiklerinde, geriye doğru gidip, asıl metni yeniden keşfetmek zorunda kaldılar.
Göründüğü kadarıyla, Aydınlanmacı düşünürlerin metinlerine kutsal kitap muamelesi yapan aydınlatıcılar, Türkiye’nin kendine has bir Aydınlanma süreci inşasına razı gelmeyecekler. Nereden biliyorum? Takip ettiğim tartışmalardaki üsluplarından filan biliyorum. Her yeniden yorumlama teşebbüsünde bir ihanet, bir aldatılmışlık, bir aptallık filan buluyor olmalarından biliyorum. Türkiye’nin aydınlatıcılarıyla tartışılması mümkün değil. Dolayısıyla, aslî toplumsal desteğini bu kesimden alan CHP’nin sarkaç gibi salınıp durması da boşuna değil.
Kendileri pekâlâ aydınlanmış olan, Aydınlanma’nın teklif ettiği metodolojiye kayıtsız şartsız iman etmiş olan karşı-Aydınlanmacılarımız da farklı değil. Onlarla da herhangi bir şeyi tartışmanın mümkünü yok. Kısa sürede çok ve büyük işler başarmanın, memleketin makamlarının ve servetinin önemli bir bölümünü ele geçirmiş olmanın verdiği küstahlıkla, onlar da herkese öğretmenlik taslamaktalar, öğrenecekleri bir şey yok.
Türkiye’nin normali, merkez sağ denen şeyin hem CHP’yi hem AKP’yi marjinalleştirmesi idi. Aydınlanmacıların ve karşı-Aydınlanmacıların birbirlerine sağır kalmayı marifet bildikleri ortamda, başka şansımız da yok gibi görünüyor. Merkez sağ, her iki taraftan da uygun bileşenleri komplekssizce çalabilir. Bu yüzden, aydın kadrolarını işgal edenler tarafından ideolojisiz, kemiksiz, fırsatçı filan bulunur, hiçbirine de kendisini beğendiremez. Ama gücü de, işte burada.
Ne yazık ki Yılmaz ve Çiller gibiler yüzünden Aydınlanmacılar ile karşı-Aydınlanmacılar arasındaki tampon ortadan kalktı. Sıcak temas şartlarında da kimsenin sağduyu sergilemesine fırsat kalmıyor.
Cemalettin N. TAŞCI