Başakşehir Neden Şampiyon Oldu?

Ben futbola dair yazayım, siz hayata ve siyasete dair okuyun.
Başakşehir şampiyon oldu. Kendi hesabıma kâbus. Neden öyle olduğunu da anlatmaya çalışacağım da… O ayrı bir yazı ister. Önce Başakşehir’in neden ve nasıl şampiyon olduğuna bakalım.
***
Bir defa…
Sizi temin ederim ki yukarıda birileri “bu sezon Başakşehir şampiyon olsun, şartları ona göre hazırlayın” filan diye bir direktif vermedi. Bazen —sıklıkla— zaten direktif verilmez, yukarıda birilerinin Başakşehir’in şampiyon olmasından memnun olacağını vehmeden aşağıda birileri lazım geleni kendiliklerinden yaparlar. Öyle bir şey de olmadı.
Yani Başakşehir’in şampiyonluğu, yarışan özneler dışındaki bir takım özneler tarafından planlanmadı, tasarlanmadı. “Hakemler Başakşehir lehine hatalar yapmadı” veya “Federasyon —mesela maç takvimini belirlerken— Başakşehir’i kayırmadı” filan demiyorum. Ama başka takımlar lehine de hatalar yapıldı, başka takımlar da kayırıldı. Lobilerin, hakem atamalarından PFDK kararlarına, maç takvimine kadar her noktada tam gaz çalıştıklarından hiç şüphem yok. Herkesin lobisi çalıştı, Başakşehir’inki de çalışmıştır. Başakşehir’in lobisi, birçok başka kulübün lobisinden güçlü, başka bazılarınınkinden zayıftır. Bazı mücadeleleri kazanmış, bazılarını kaybetmiştir.
Neticede saha dışı faktörler vardır ve tesirleri de olmuştur. Saha dışı faktörler dengede olması gereken teraziyi bozmuştur ama Başakşehir’in lehine mi, aleyhine mi bozmuştur, bilemeyiz. Lehine bozmuşsa bile, bu hal şampiyonluğu bir başına açıklayacak bir faktör değildir.
***
Başakşehir şampiyon oldu çünkü… Şampiyonluğun tabii adayları şampiyon olamadı. Şampiyonluğun tabii adayları dışındaki kulüplerden biri aradan çıkıp “bu defa ben de varım” diyemedi.
Tuhaf mı görünüyor bu akıl yürütme?
Eğer mesela Galatasaray şu son Göztepe galibiyetinden önceki sekiz haftadaki 24 puanın sadece dördünü değil de on beşini alsaydı… Demektir ki sekiz maçın beşini kazanıp üçünü kaybetseydi —ki şampiyonluğa oynayan bir takım için düşük bir performans sayılır— şimdi lider olacaktı. Başakşehir ise ikinci. O sekiz maçın arasında olan Başakşehir maçı da kazandığı maçlardan biri olsaydı, Galatasaray şampiyonluğunu ilan etmiş olacaktı. Olmadı.
Veya mesela “bilmem kaç yıldır kazanamadığım şampiyonluğa bu defa ben talibim” diyen bir Trabzonspor son üç haftada kaybettiği sekiz puanı kaybetmeseydi —ki zaten kaybetmemesi beklenirdi— son haftaya lider girecekti. (Girişte söylediğimi teyiden, belirtmek gerekiyor ki, bu üç maç da dâhil birçok maçta, hakem kararları sadece Başakşehir lehine kayık değildi, Trabzonspor lehine de kayıktı.)
Veya mesela, daha önce şampiyonluk yaşamamış, sezona girerken de şampiyonluk adayları arasında sayılmayan Sivasspor… Sezonun ilk yarısını en yakın takipçisi Başakşehir’in dört puan önünde bitirmişti. “Bu defa ben” diyebilseydi, pandemi sonrasındaki altı maçta —ki oldukça kolay bir fikstürdü— 13 puan kaybetmese, mesela üç puan kaybetseydi —ilk yarıda o fikstür da dahil altı maçı üst üste kazanmış, sekiz maçta sadece iki puan kaybetmişti— son haftaya lider girecekti.
Bunların hiçbiri olmadı. Başakşehir yaptığı her şeyi yapmış olduğu gibi yapmış olsa bile, yukarıdakilerin biri gerçekleşseydi, Başakşehir şampiyon olamayacaktı. Yani Başakşehir’in şampiyonluğunu, sadece Başakşehir’in yapmış olduklarına bakarak açıklayamazsınız, rakiplerinin ne yaptıklarına, neyi yapamadıklarına da bakmanız gerekir. Israrla “Erdoğan’ın başarısını sadece onun yaptıklarına bakarak açıklayamazsınız” deyip durmamın arkasındaki kavrayış bu.
***
Galatasaray şu yüzden yapamadı, Trabzonspor bu yüzden, Sivasspor da filanca sebeple… Her birinin kendine has açıklamaları var. Peki, bütün bu açıklamaları kat eden bir tek açıklama geliştirilebilir mi?
Genellikle geliştirilebilir.
Neticede mesele kaynak meselesi. Elinde şu kadar kaynak var —şu kadar gelir, bu kadar bütçe gibi maddi kaynaklar ve şu kadar taraftar, böyle bir lobi, senin kulübünde yetişmiş ve ekmek yemiş şu kadar yetişmiş/yetkili insan gibi sosyal kaynaklar. Bu kaynakları örgütleyip yarışa giriyorsun.
Galatasaray’ın Terim’i var mesela başlı başına ciddiye alınması gerekecek kadar ciddi bir sosyal kaynak —çünkü futbol camiasında etkileyemeyeceği odak yok gibi. Onunla mukayese edilemese de, Rıza Çalımbay Sivas kökenli. Konya’da çalışsa yapabileceğinden fazlasını Sivas’ta yapabilir. Memleketin hemen her noktasında bir Trabzonlu var ve Trabzonspor’un da ciddi bir sosyal kaynağı var. Dikkat ederseniz, bu sosyal kaynaklar simetrik değil. Yani aynı düzlemde değiller. Ama her halükarda, Başakşehir dezavantajlı. Yukarıdakileri andıran hiçbir sosyal kaynağı yok. Doğru dürüst yönetilseydi, İstanbul’un üç büyük kulübünün yıllardır süren eşitsiz mücadelesinden yılmış ve son dönemde periferiden merkeze kaymış olan geniş yığınların sempatisini kazanabilir, bir zamanlar Eskişehirspor’un derlediğini andıran benzersiz bir sosyal kaynağa sahip olabilirdi. Olamadı.
Yani?
Başakşehir öyle çok da iyi ve akıllıca yönetilen bir kulüp değil. Kazanmış olması, her yaptığını doğru ve akıllıca yapmış olduğunun, her fırsatı değerlendirmiş olduğunun delili değil. Aksine, bir yığın zırvalık yaptığı, bir yığın fırsatı heder ettiği halde kazandı.
Ve fakat…
Arka planında neler döndüğünü bilmiyorum, Ba daha önce Beşiktaş’ta oynamış, taraftarın sevgilisi de olmuştu. Muhtemelen Burak’tan daha az kazanıyor ama daha verimli. Neden şimdi Burak’ın yerine Beşiktaş’ta değil de Başakşehir’de oynuyor? Muhtemelen Beşiktaş’ta yaşadıkları nelerse, benzerini bir daha yaşamak istemedi. Transfere aracılık edenler Başakşehir’i tercih ettiler. Şunlar oldu, bunlar oldu. Yani Başakşehir’in de, besbelli ki, futbol camiasının içinde güçlü bir networkü, yani nispeten iş gören sosyal kaynakları var.
Ama meseleyi sadece kaynak meselesi olarak da göremeyiz de zaten. Bir defa eğer sadece kaynak meselesi olsa, en çok kaynağı olan kazanır, kazandığı için en çok onun kaynağı artar, dolayısıyla yine kazanır ve… Anladınız işte. Öyle olmuyor. Kaynak elzem ama kâfi değil. Kaynakların verimli kullanılması da gerekiyor.
Başakşehir’in sosyal kaynakları kıt ama maddi kaynakları bol. Teorik olarak bakınca, taraftarı olmayan bir kulübün bu kadar bol sponsoru olması açıklamaya muhtaç. Pratikte ise işlerin nasıl yürüdüğünü biliyoruz.
Da…
Meseleyi sadece Başakşehir’in gelirlerinin açıklamaya muhtaç olmasına da düğümleyemeyiz. Teferruatlı bir bilgim yok ama Başakşehir’in onca sebepsiz sponsorundan filan elde ettiği gelirin, mesela Beşiktaş’ın yıllık faiz yükünden daha yüksek olduğunu da zannetmiyorum. Başakşehir’i ligdeki diğer bütün kulüplerden ayıran temel özelliği, bana öyle geliyor ki burada yatıyor. Hepsinin dehşetli borçları var, hepsi taahhütlerini yerine getirmekte güçlük çekiyor —Başakşehir hariç. Yani Başakşehir yıllardır, kazandığından daha çok harcamamaya ihtimam gösteriyor.
İlave olarak bir fark daha var. Diğer bütün kulüplerin etrafında sayısız asalak var. Kulübün parası kimsenin parası değil ya, mesela Burak Yılmaz’ın menajeri Beşiktaş’taki lobisini kullanıp Burak’ı Beşiktaş’a kakalayabiliyor. Diğer bütün kulüplerde, en küçüklerinde bile, kulübün kasasına giren parada gözü olan sayısız unsur var. Başakşehir’in zayıf sosyal kaynakları, kulübün bütün bu networkün kısmen dışında kalabilmesini sağlıyor.
Dolayısıyla Başakşehir’in kaynakları daha yüksek verimlilikle kullanılabiliyor. Verimlilik mühim. Çok mühim.
***
Ve nihayet… Bütün bu olup bitenler bize başka bir şey daha söylüyor.
Resmi kayıtlara göre, seyircili oynanan son on üç maçında Başakşehir’i, kendi sahasında, toplam olarak 37 596 kişi seyretmiş. Galatasaray’ın alelade bir tek maçında daha fazlası oluyor.
Futbolda kulüplerin kaynakları çeşitlenirken, tribün gelirleri de, taraftarlardan elde edilen —ürün satışı gibi— gelirler de, mutlak manada azalmasalar bile, izafi olarak önemsizleştiler. Uzun süredir yaşanan bir değişim bu. Televizyon gelirleri, diğer faktörlerin çok önüne geçti.
Eğer böyle bir değişim yaşanmış ve yaşanıyor olmasaydı, mesela bundan yirmi yıl öncenin şartlarında, Başakşehir gibi bir kulübün şampiyon olmasını hayal etmek bile imkânsızdı —bütün kaynaklarını maksimum verimle kullansa bile. Türkiye’nin köklü kulüplerinin avantajları, nispi olarak erozyona uğradı yani.
Tektonik plakaların yavaş hareketlerinin zaman içinde meydana getirdiği yapısal değişimin bir misali olarak görülebilir bu son sözünü ettiğim hal. Veya bir akarsuyun bıkmadan taşıdığı alüvyonların, hiç hesapta olmayan, daha düne kadar deniz olan bir bölgede, birileri için son derece verimli bir alan oluşturması gibi… Siz kıyıda, müthiş manzaralı şehirlerinizde oturuyor olduğunuzu düşünürken, denizle aranızda geniş tarım alanları birikmiş olabilir yani.
Eh, Başakşehir’i, yıllardır sürüp giden bir eğilim mümkün kıldı. O alanları ekip biçmeyi de Başakşehir akıl etti.